TİP'in Portreleri

Atakan Özsan
TİP İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı
Boğaziçi Direnişçisi
Öğrenci

Atakan Özsan 22 yaşında. Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü 3. sınıf öğrencisi. Boğaziçi’ni de bu bölümü de çok isteyerek seçmemiş. “Aslında ODTÜ’de Havacılık ve Uzay Mühendisliği okumak istiyordum,” diyor, “Boğaziçi’ne gelmem biraz tesadüf eseri oldu.” Bak bunları yazacağız ama, diyorum, sonra darılmaca kırılmaca olmasın. “Yazın, yazın,” diyor gülerek. Pek bir endişesi yok, çünkü girdikten sonra okulu da bölümü de çok sevmiş.

“Tutkuyla okuyorum bu bölümde,” diye anlatıyor. Bu tutku, pandemi döneminde kendi kendine yazılım öğrenmesi ile başlamış. “Biriktirdiğim parayla bir bilgisayar almıştım. Kendi paramla aldığım ilk şey. Yurtta vakit geçirmeye çalışırken, yazılım öğrenmeye karar verdim. Bununla birlikte önümde yepyeni bir dünya açıldı.” İkisi arasında bağlantı kurmaya çalışıp başaramadığımı görünce, açıklamak gereği duyuyor. Onunki zor bir bölüm aslında. “Şu aralar her şey daha da güçleşti,” diyor, “Öğrenci sayısı çok yüksek. Laboratuvarlara girmek zor, staj bulmak zor. YÖK, üniversitenin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmadan kontenjanı her sene artırıyor. Halbuki hocaların sayısı ve laboratuvarların kapasitesi sabit kalıyor. Bu nedenle ben de Biyoenformatik alanına yöneldim. Bu alan, hem ıslak laboratuvarlardan daha çok ilgimi çekiyor hem de bu koşullarda daha kolay çalışabileceğim bir ortam sağlıyor.” Peki, hedefi ne? İleride Hesaplamalı Yapısal Biyoloji ile ilgilenmek istiyor. Akademisyen olacak yani. Kısa bir süre önce staj yapmaya başlamış. Yakınlarda kabul edilen TÜBİTAK projesini anlatırken gözleri parlıyor. Hevesini ekranın öteki tarafından bile hissedebiliyorum.

Atakan Muğla doğumlu. Çocukluğu Kuşadası’nda geçmiş. Sonra İzmir’de Atatürk Lisesi’nde okumuş. Ardından da Boğaziçi. Okula geldiğinde ne bekliyordun, ne umuyordun diye soruyorum. “Üniversiteli olmayı umuyordum herhalde,” diyor. Sesindeki hayal kırıklığını duymamak imkânsız. Konuşmanın başında, kendimi ona tanıtırken, Boğaziçi’nde uzun bir geçmişim olduğunu anlatmıştım. Benim bıraktığım Boğaziçi, kimi sorunları olsa da, öğrencilerin kendilerini özgür hissettiği, fikirlerini rahatça dile getirebildikleri, birtakım bürokratik engellere takılmadan hareket edebildikleri bir yerdi. Halbuki şimdi lise gibi yönetiliyormuş. Bunun anlatmak istediklerini ifade etmek için yeterli olmadığını hissedince, “Kötü bir lise gibi,” diye ekliyor. Çimlerde oturmuş konuşurken bile tedirgin olduklarını anlatıyor. Okulda sivil polis var. Kapıda çevikler bekliyor. Hocalar bir bir okuldan atılıyor, kampüse girmelerine bile izin verilmiyor. Öğrenciler gözaltına alınıyor, disiplin cezalarına çarptırılıyor. “Artık akademisyeninden öğrencisine hepimizi sessizleştirmeye çalışan bir idare var. Direniyoruz ama durum bu.”

Boğaziçi Direnişi’nin bir parçası olduğunu biliyorum. Aslında bunu konuşmak için buluştuk. 2 Ocak 2021’de Melih Bulu’nun Boğaziçi’ne kayyum rektör olarak atanmasıyla başlayan direnişin bir kısmını, Atakan pandemi sırasında döndüğü aile evinden izlemiş. “Kuşadası’nda balkona çıkıp tencere tava çaldığım bir iki ay var öyle,” diyor kendiyle eğlenerek. Ondan sonra İstanbul’a öğrenci evine taşınmış ve eylemlere aktif olarak katılmaya başlamış. “Ama asıl dahil olduğum dönem Berke ile Pelit’in tutuklanmasından sonra oldu,” diye anlatıyor. Bu olayı ben de çok iyi hatırlıyorum. Melih Bulu görevden alınmış, yerine bir başka kayyum olan Naci İnci atanmıştı. Üniversitenin içinden gelen biri olduğu için işleyişe çok daha hâkim olacağı düşünülmüştü belli ki. Berke Gök ve Pelit Özen, 4 Ekim 2021’de kampüste düzenlenen bir protesto ertesinde İnci’nin şikâyeti üzerine tutuklanmıştı. “Naci İnci’nin atanmasıyla beraber olaylar çok sertleşti,” diyerek devam ediyor Atakan. “Geldiği ilk hafta, iki akademisyeni okuldan atarak işe başladı. Derhal disiplin soruşturmaları açtı ve dekanları teker teker görevden almaya girişti.” Berke ve Pelit’in tutuklanması da işte tam bunların üzerine gelmiş.  

“Çok saptım konudan, heyecanlıyım,” diyor birden. Halbuki hiç sapmadı. Tam da sorduğum şeyi anlatıyor. Biraz soluklansın diye bekliyoruz.

Bu tutuklamaların hemen arkasından Boğaziçi Öğrenci Meclisi kurulmuş. Atakan da bu meclisin kuruluşunda yer almış. “Boğaziçi Direnişi içinde yer alan farklı inisiyatifleri bir araya getirmek ve bir siyaset üreterek bu sorunu ülke gündeminde tutmak istiyorduk.” Boğaziçi bileşenlerini bir arada tutmak her zaman kolay olmamış. Buna rağmen başarılı bir direniş olduğu konusunda birleşiyoruz. “Hem öğrenciler içindeki çeşitli inisiyatifler hem de öğrenciler ve akademisyenler arasındaki ilişkileri gözetmek gerekiyordu. Çok zordu bütün bunlar. Ama her şeye rağmen devam ettik.” Çünkü vazgeçmemek gerekiyormuş. “Sadece bizim üniversitemiz değil, bütün üniversiteler tehlike altındaydı, bunu Meclis’e duyurmak istiyorduk.” Bunun için mi milletvekili adayı olduğunu soruyorum. “Bu da var tabii, ama hepsi bu değil,” diyor. Gençlik mücadelesini Meclis’e taşımak istiyormuş. “Sadece Boğaziçi Direnişi’nin değil, Van’daki, Batman’daki yaşıtlarımın da sesi olmak istiyorum. Yalnızca üniversitelileri değil, geleceği, umutları, hayalleri çalınan ne kadar genç varsa, Meclis’te onları temsil etmek istiyorum.”

Türkiye İşçi Partisi’nin seçmesinin arkasındaki sebep neydi peki? Öğrencileri ancak öğrencilerin temsil edebileceğine dair tutumları etkili olmuş. Milletvekili listelerini gördünüz mü diye soruyor bana. Gördüm, evet. “Güçlü ya da varlıklı kişiler değil hiçbiri. Hepsi bir mücadelenin içinden, kendileri gibi gerçek insanların arasından geliyor. İşçileri temsil eden işçiler, toprakta çalışanları temsil eden çiftçiler, öğrencileri temsil eden öğrenciler var.” Partinin kendisine çok farklı bir perspektif kattığını söylüyor. “Bu sadece eğitimlerle ve teorik okumalarla ilgili bir şey değil,” diyor üzerine basa basa, “Farklı insanlarla tanışıyorsun, sıkıştığın fanustan çıkıyorsun.” Bunu biraz açmasını istiyorum. Kimlerle tanıştı mesela? Hatay’a gönüllü olarak gittiğinde, Diyarbakırlı bir arkadaşla tanıştığını ve onun anlattıklarından çok etkilendiğini aktarıyor. “İlk kez gözaltına alındığında 12 yaşındaymış. Zırhlı araçta dipçikle dövmüşler.” Burada sesi çatallanıyor, boğazını temizliyor. “Sadece Newroz’a katıldığı için.” Atakan, en son Kızılay eyleminde Kadıköy’de gözaltına alınmış. “Burada yaşadıklarıma bir daha aynı gözle bakamam artık,” diyor. “Biz işkenceyle gözaltına alındık diyoruz, o da kötü elbette, ama onun yaşadığı bambaşka bir şey.”

Gelecek için beklentilerini soruyorum bitirmeden önce. Mesela nasıl bir üniversite olsun isterdi? Tartışmanın olmadığı, farklı görüşlerin bulunmadığı, herkesin aynı fikirde olduğu bir yer istemezmiş. Daha eşit, daha özgür, daha nitelikli bir üniversiteyi nasıl kurarız diye hocasıyla öğrencisiyle hep beraber konuşabildikleri bir ortam olmalıymış. Seçimler için heyecanlı mı peki? Çok umutluymuş. İlk kez bir genel seçimde oy verecek. “Bu sefer muhakkak başaracağız,” diyor. Peki sonrasında ne yapacak? Atakan da azıcık zaman bulup “kendine” kitap okumak isteyenlerden. Erkin Özalp’in Teorisyeniniz Devrimciydi adlı kitabını okumak istiyormuş. “Ama evin içinde kayboldu, bir türlü bulamıyorum,” diyor. Öğrenci evi orası, bir beğenen alıp götürmüştür. Bunu söylemiyorum ona. Nasıl olsa bir ara döner o kitap. Seçimden sonra okur artık.

Bir yandan salgın hastalıklar bir yandan siyasi baskılar, üniversitedeki koşullar çok ağırdı, diyorum. İçinde kalan bir şey var mı?  Keşke yapsaydım dediği bir şey? Çimlerde oturup aylaklık yapamadım, Manzara’da gönlümce vakit geçiremedim, istediğim derslere giremedim, okulun tadını çıkaramadım, bunun gibi şeyler desin diye bekliyorum. “İçimde kalan bir şey var,” diyor biraz düşündükten sonra, “Harekete geçmekte geç kaldım. Berke ve Pelit’in tutuklanmasını beklemeden direnişte yer alabilirdim. Belki daha fazla faydam olurdu. Belki daha az arkadaşım gözaltına alınırdı. En büyük pişmanlığım bu.”

Yazar: Meltem Gürle
Çizer: Zeynep Özatalay