Serhat yeni evli. Eşiyle birlikte İstanbul’da yaşıyor. “Bizim beraberliğimiz, zor bir döneme rast geldi. Özellikle şu ara çok çalışıyorum. Birbirimizi pek göremiyoruz,” diyor azıcık sıkılarak. “Ama olsun, nasıl olsa daha çok zamanımız var,” diye ekliyor hemen ardından. Konuşmamız boyunca bana hep aynı hissi verecek. Geleceğe umutla bakan, etrafına olumlu bir duygu yayan biri Serhat.
Bursa’da bir göçmen mahallesinde büyüdüğünü anlatıyor bana. Babası daha çocukken Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmüş. Annesinin ailesi de çok daha önce gelmişler zaten. Bu mahallede geçen çocukluğunun onun üzerinde büyük etkisi olduğunu fark ediyorum. “Bir gecekondu mahallesi sayılırdı aslında,” diyor. İnsanların ayakta kalabilmek için birbirine tutunduğu, dayanışma içinde yaşadığı bir yermiş. “Farklı yerlerden gelmiş olsalar da iç içe yaşarlardı. Biz çocuklar için de iyi bir şeydi böyle bir yerde büyümek. Kapı baca açık olurdu, insanlar birbirinin evine girip çıkardı. Bugün yine böyle midir bilmiyorum doğrusu. Ama ben çocukken güzeldi.” Biraz düşündükten sonra, “Sosyalist olmamda da burada büyümek etkili oldu bence,” diyor. Serhat ilk kez lisedeyken örgütlenmiş. “Çok temel adaletsizlikleri fark etmeye başladığım bir yaştaydım. Okuyup araştırmaya başladığımda, önüme çıkan kitaplar beni sosyalizme yöneltti,” diye anlatıyor. Evde de kültürel olarak üzerinde böyle bir etki varmış zaten. Okunan kitaplar, dinlenen müzikler. Ne dinliyordunuz diye soruyorum. En çok Ahmet Kaya dinliyorlarmış.
Liseyi Bursa Anadolu Lisesi’nde okumuş. Eğitimine Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde devam etmiş. Ama bir süre sonra, pılıyı pırtıyı toplayıp İstanbul’a gitmiş ve orada barmen olarak çalışmaya başlamış. “15 yıllık barmenlik hayatım oldu, aslında iyi yerlere de geldim,” diyor. Farklı işletmelerde çalışmış, yarışmalarda ödüller almış. Bu konu ilgimi çekiyor. Daha önce bir barmenle hiç tanışmadım. Filmlerdeki gibi mi, diye soruyorum. Filmlerdeki gibiymiş. “İnsanları dinlemeyi seviyorum ben,” diye anlatıyor, “Birisi gelip oturuyor, hiç tanımıyorsunuz. Önce kapalı kutu gibi, sonra başlıyor anlatmaya. Belki de başka hiçbir yerde böyle hikâyeler duyamazsınız.” Serhat’ın iyi hikâyelere düşkün olduğunu daha sonra da göreceğim. Barmenlik yılları sayesinde çok sayıda insan tanıdığını, farklı meslek gruplarından, farklı sosyal sınıflardan ve siyasi görüşlerden birçok kişiyle sohbet etme şansı olduğunu söylüyor. Bir tür “sosyolojik saha araştırması” yapmış sayılırım diyor gülerek. Neden bıraktı peki? Bir yere kadar iyi, ama sonra çok yorucuymuş. Artık video içerik üreticisi olarak çalışıyor.
TİP’te de yine benzer bir iş yapıyor. Görselleri, metinleri, videoları küçük bir ekip sabah akşam çalışarak hazırlıyormuş. “Başında sadece iki kişiydik. Şimdi sayımız arttı. Yaptığımız işe inanıyoruz. Belki fark yaratan da odur.” İyice amatör olduğu günlerde, Yılmaz Güney’in Vurguncular filmi ile ilgili bir video hazırlamış. “Filmin açılış sekansını günümüz AKP’sine uyarlamıştık. O video çok beğenildi. Bunun üzerine ben de bu işi ciddi olarak yapayım bari diye karar verdim,” diyor. Bana birkaç örnek yollar mısın diye soruyorum. Sosyal medya konusunda cahilim, bundan biraz utanıyorum. Ama o buna hiç aldırmıyor. “Yollarım tabii ama zaten toplam üç beş kişi olduğumuz için rastgele bir videoyu izleseniz de olur, hepsini biz yaptık,” diyor.
Neyi önemsiyor videolara dair? Mizahı, birleştirici olmasını, bir duyguyu yakalayıp onu etkili bir şekilde anlatmayı. Gezi’de ortaya çıkan mizah anlayışından söz ediyoruz. Serhat Gezi’ye katılmış, orada ortaya çıkan birliktelik duygusunda yeniden birlikte gülebilmenin de etkili olduğunu söylüyor. Videoları hazırlarken de amaç bu: Siyasi içeriği zayıflatmadan, mesajın anlamını bozmadan eğlenceli bir içerik üretebilmek. Bunun için sinemadan ilham aldığını söylüyor. Bunu konuşmaya başladığımız andan itibaren heyecanı artıyor. Yeşilçam filmleri onun ilgi alanı. Ona kalırsa hepimizi birleştiren şeylerden biri bu filmler. “90’larda yetişmiş bütün çocuklar gibi, ben de televizyon seyrederek büyüdüm. Televizyonda da Yeşilçam filmleri vardı. Seyretmediğim film kalmamıştır herhalde. En çok komedileri seviyorum.” Bir tanesini seçmesini istiyorum. Kadir İnanır ve Müjdat Gezen’in başrollerini oynadığı 1974 yapımı Uyanık Kardeşler filminde karar kılıyor. Filmi hatırlayamıyorum. “Babaları Hulusi Kentmen” diye hatırlatmaya çalışıyor. Hulusi Kentmen herkesin babası zaten. Pek yardımcı olmadı bu. Sonra bu film üzerinden yaptığı bir videoya rast gelince filmi hatırlayacağım. Komik olmuş gerçekten. Bir de Sadri Alışık’ı ne kadar seyretse bıkmazmış. Sadri Alışık filmlerinde sana bu kadar iyi gelen şey nedir diye soruyorum. “Benim büyüdüğüm yerdeki insanlara benziyor,” diye yanıt veriyor, “Onun canlandırdığı tipi andıran insanlar benim çevremde de vardı. Şimdi hâlâ hayattalar ama artık o karakter gibi değiller. Halbuki filmdeki tip hiç değişmiyor. Belki de bu hoşuma gidiyor.” Nasıl bir karakter bu peki? Argo konuşur ama bir zarafeti vardır. Asla küfretmez mesela. Kinayeli konuşur ama hakaret etmez. “Şimdinin algısıyla bakarsak belki eksikleri, yanlışları vardır. Ama iyi biridir aslında.”
Serhat 33 yaşında. Ömrünün 21 senesi AKP iktidarında geçti. Sizin nesil için şanssız diyorlar, ne düşünüyorsun diye soruyorum. “90’larda gençliğini yaşayanlar şanslı mıydı?” diyor. Düşünüyorum, değildik. 80’lerdekiler de değildi. “O zamanlar çocuktum ama ANAP’ı, Çiller dönemini hatırlıyorum,” diye devam ediyor, “Bütün bu sağ hükümetlerin geride bıraktığı acıları bir düşünün. Senenin her gününde bir katliamın anması var neredeyse.” Serhat 2 Temmuz doğumluymuş. Sivas Katliamı’nın yıldönümü. “Dönemsel bir şey değil bu,” diyor, “Travmatik olayların önemini azaltmak için söylemiyorum bunu. Tam tersine, bütün bu korkunç olayların birleşip tek bir felakete işaret ettiğini anlatmak istiyorum. Bunların hâlâ yaşanıyor olması bana çok üzücü geliyor, çünkü biliyorum ki, cezasızlık sebebiyle tekrar ediyorlar. Bunların failleri yargı önüne çıkarılabilseydi, yenileri yaşanmayacaktı. Mesela 2015’te Haziran-Kasım arasındaki olaylar hiç gerçekleşmeyebilirdi.”
Geçmişimizin acılarla dolu olduğu konusunda birleşiyoruz. Ayrılmadan önce, herkese sorduğum şeyi ona da soruyorum: Gelecekten ne bekliyorsun? “Biz kazanacağız,” diyor hiç tereddüt etmeden. Değişimin çok yakında olduğunu düşünüyor. “Bu engeli aşacağız. Diyelim şimdi aşamadık, o zaman bir dahaki sefere aşacağız. Adaletsizliklere karşı mücadele etmekten vazgeçecek değiliz ya!” Bu seçimin yeni bir yolun başlangıcı olacağına dair inancı tam. Peki seçimden sonra ne yapacak? “Demirtaş’ın bütün kitaplarını aldım, daha hiçbirini okuyamadım,” diyor. Seçimden sonra onları okuyacakmış. Uludağ’da bir köye gidip her şeyden uzak “ağaçlara sarılmalı” bir hafta geçirmeyi planladığını anlatıyor. Bir de eşiyle hiç gönlünce vakit geçirememiş. “Karıma daha fazla zaman ayıracağım,” diyor mahcup bir şekilde. Biraz duraklayıp ekliyor sonra, “Çok çok daha fazla zaman.”
Yazar: Meltem Gürle
Çizer: Zeynep Özatalay