TİP’li Kadınlar Şiddet Broşürü

ŞİDDET

Şiddet Nedir?

TEMEL TANIMLAR

Şiddet, kişinin kendine, başka bir kişiye veya bir gruba/topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik zarar vermeyle, acı veya ızdırap çektirme ile sonuçlanan ya da sonuçlanma olasılığı yüksek olan eylemde bulunulmasıdır. Şiddet yalnızca fiili, bireysel güce dayalı eylem değildir. Kişi bireysel ya da temsil ettiği gruba dair olan çeşitli güç mekanizmalarından aldığı desteğe de dayanarak başka kişi/kişilere yönelik de kasıtlı olarak zarar verici davranışlarda bulunabilir.

Kadına Yönelik Şiddet Nedir?

Cinsiyeti nedeniyle özel alanda ya da kamusal alanda kadına uygulanan fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veren ya da verme ihtimali olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü tutum, davranış ve eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet bir insan hakkı ihlalidir ve ayrımcılıktır. Bu şiddetin ardında erkeklerin toplumun her alanında görülen egemenlikleri ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği yatar. Kadına şiddet uygulamanın nedeni: Güç göstermek, kadınları kontrol etmek ya da cezalandırmaktır. Şiddete maruz kalmak, fiziksel olarak gördüğü zarar dışında, kadınlarda travma sonrası stres bozukluğu tepkileri göstermeye neden olabilir. Ayrıca korku, çaresizlik ve güvensizlik içinde yaşamasına neden olur.

Kadına yönelik şiddet artık bir halk sağlığı sorunu ve dünya çapında önem taşıyan bir insan hakları ihlali olarak kabul edilmektedir.  “Cinsiyet temelli şiddet” kavramı kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliğin vurgulanması açısından önemlidir. Toplumsal cinsiyet kadına ve erkeğe farklı roller biçmiştir. Erkekleri güç, iktidar, kontrol görevleriyle tanımlarken; kadınlara zayıf, itaatkâr, boyun eğen rolleri biçerek, kadını erkeğin karşısında ikincilleştirmiş; cinsiyet temelli şiddetin tetikleyiciliğini oluşturmuştur.

Şiddet türleri nelerdir?

a) Fiziksel Şiddet

Fiziksel şiddet, kadına yönelik şiddet türleri arasında en sık  yaşanan şiddet türüdür. Daha çok bedene yöneliktir ve bedensel güce dayalıdır. Kontrol etmeyi, acı ve korku yaşatarak istekleri gerçekleştirmeyi hedefler. İtip-kakmak, tokat atmak, tekmelemek, yumruk atmak, saçını çekmek, boğazlamak, yakmak, bıçak çekmek, silahla yaralamak ve hatta cinayete kadar örneklendirilebilir.  Fiziksel şiddetin kadınlar üzerindeki olumsuz etkileri; ölüm korkusu, acı hissetme korkusu, değersiz hissetme, öz saygısını yitirme ve korku olarak kendini göstermesidir.

b) Psikolojik Şiddet

Fiziksel şiddetin aksine psikolojik şiddet en zor tarif edilen şiddet türüdür. Bir davranışın psikolojik şiddet olup olmamasında temel belirleyen, karşısındakinde negatif etkilenme, korku yaratması ve süreklilik arz eden bir baskı unsuruna dönüşmesidir. Duygusal güç veya ihtiyaçlar, kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla şiddet aracı olarak kullanılıyorsa “psikolojik şiddet” söz konusudur. Duygusal ihtiyaçların karşılanmaması, isteklerini yaptırmak için küçük düşürücü, manipülatif, saldırgan davranışlarda bulunmak, duygu sömürüsü yapmak, suçlu hissettirmek, utandırmak, süreklilik arz edecek şekilde küserek ya da surat asarak yıldırmaya çalışmak, alay etmek, küfür ve hakaret etmek, beceri ve yeterliliği küçümsemek, ”kıskançlık” adı altında denetim altında tutmak, nasıl giyineceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, çalışmasına ve kendisini geliştirmesine engel olmak, yalnızlaştırmak, sosyal ilişkilere müdahale, bedene dair olumsuz, rahatsız edici veya utandırıcı sözler söylemek, kadının bireysel ihtiyaçlarına onun adına karar vermek en bilinen psikolojik şiddet türlerindendir.

Mansplaining: Erkeklerin kendi uzmanlık alanlarında olsun ya da olmasın herhangi bir şeyi ondan daha iyi bildiğini ve anladığını gösterecek açıklamalar yapması yani erkeklerin kadınları susturmasıdır.  Çocukluktan itibaren toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle öğretilen ‘‘Erkeğin sözü daha önemlidir’’ inancı mansplaining kavramının temelini oluşturur. Bu nedenle de mansplaining bir iletişim probleminden öte kadınların toplumsal ya da özel alanlarda güçsüzleştirilme girişimi olarak bir psikolojik şiddet türüdür.

c) Ekonomik Şiddet

Maddi güç ve üstünlük, bir şiddet aracı olarak kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla kullanılıyorsa “ekonomik şiddet” söz konusudur. En yaygın ekonomik şiddet biçimleri; kadının çalışmasına, meslek edinmesine, okulu ya da kursu bitirmesine veya işinde yükselmesine engel olmak, gelir ve birikimine el koymak, kadının gelirinin veya tasarruf hakkı bulunan herhangi bir maddi kaynağın nereye ve nasıl harcanacağına dair kararı elinde tutmak, parasız bırakmak, evin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamama, borçlandırmadır.

d) Cinsel Şiddet

Onay almaksızın, onay inşa ederek (korkutarak, ısrar ederek, duygu sömürüsü yaparak, tehdit ederek) veya onay almanın söz konusu olmadığı durumlarda (yaş, zihinsel engellilik) kişi ya da kişilerin uyguladığı cinselliğe yönelik davranış, teşebbüs, tehdit içeren her türlü eylem; müdahaledir. Cinsel şiddet tamamen yabancı kişiler tarafından uygulanabildiği gibi aile üyeleri, yakın arkadaş ya da partner tarafından da uygulanabilir. Cinsel şiddetten söz edebilmemiz için olayın eyleme dökülmesi gerekli değildir, şiddet eylemi gerçekleştirmek üzere yarım kalmış, teşebbüse geçilmiş ya da tehdit boyutunda kalmış olabilir. Cinsel şiddet eylemine yönelik sözel ve fiziksel tehdit unsurları da cinsel şiddet kategorisinde değerlendirilir.

Cinsel Saldırı: Kişinin rızası dışında bedenine herhangi bir temasın (elleme, dokunma, sarılma, öpme vb.) kişinin beden dokunulmazlığını ihlal etmesi ile cinsel saldırı gerçekleşir. Cinsel amaçla yapılan istenmeyen herhangi bir temas cinsel saldırı kapsamına girer.

Cinsel Taciz: Kadının beden bütünlüğüne dokunmadan sözel, bedensel ve birtakım işaretler yoluyla yapılan, cinsel özgürlüğünü ihlal eden, rızasına dayanmayan cinsel içerikli her türlü söz ve davranışlardır.  Fiili hayatta ve medya üzerinden yapılan rıza dışında atılan cinsel içerikli mesajlar, şakalar, fotoğraflar, cinsel organların teşhiri, cinsel amaçlı laf atmalar cinsel taciz sınıflamasına girmektedir.

Stealthing; Cinsel ilişki esnasında prezervatifi çıkarmak, prezervatif kullanmamak için ısrar etmek ya da ikna etmeye çalışmak, ilişki öncesinde ya da ilişki esnasında prezervatife zarar verme davranışında bulunup güvenli cinsel ilişkiyi riske atmak.

Cinsel İstismar: Uluslararası sözleşmelerde ve ulusal hukuk metinlerinde çocuk tanımı içerisine giren bireylerin bir yetişkin tarafından cinsel olarak sömürülmesine denir (18 yaşına kadar her birey çocuktur). Fiziki olarak dijital alanda, sosyal medya mecraları aracılığı ile gerçekleşebilir.

e) Dijital Şiddet

Siber zorbalık, siber taciz, cinsiyetçi dil, beden utandırma gibi çeşitleriyle bir psikolojik şiddet olan dijital şiddet de hayatımızın giderek artan bir parçası. Dijital şiddetin amacı, karşıdaki kişiyi utandırmak, aşağılamak, korkutmak, tehdit etmek ve susturmak olarak tanımlanabilir. Şiddete uğrayan kadınlar bu şiddet karşısında sıklıkla korku, endişe ve depresyon gibi duygular hisseder.

f) Israrlı Takip ( Stalking)

Fiziksel olarak ya da sanal yollarla takip etmek, özel alanlarına ve sınırlarına saldırarak kişinin güvenlik alanını daraltmak, izlemektir. Israrlı takip, kadına kendini güvensiz hissettirir. Israrlı takip, günümüzde çoğunlukla sosyal medya uygulamaları üzerinden gerçekleşiyor olsa da fiili olarak günlük yaşamımızda evi, işi, vakit geçirilen mekânları takip ile gerçekleşebilir.

g) Flört Şiddeti

Flört şiddeti, duygusal/romantik/cinsel bir beraberlik içerisinde ya da beraberlik bittikten sonra partnerlerden birinin diğerine ya da birbirlerine yönelik güç ve kontrol sağlamak için zarar verici davranış biçimlerine başvurmasına denir. İlişkide kıskançlık, sahiplenme girişimleri, partnerini sürekli kontrol etmek, rıza inşası yaparak onun bulunduğu alanlara dahil olmak, ilişki içinde bireysel sınırları, zamanları tanımamak, bu alanlara dair psikolojik yıldırma girişimleri, ilişki içindeki duygusal ve sözel şiddetin dışarıya açılmasına (dış kaynaklardan destek alınmasına) engel olmak flört şiddeti örneklerindendir. Flört şiddeti özellikle gençlik döneminde yaygındır ve flört şiddeti bu çerçevede daha genç yaşta “âşık” olunan kişi tarafından uygulandığında kadının sonraki ilişkilerinde de hem bilişsel hem duygusal zararlara yol açmaktadır.

h) Ev İçi Şiddet

Aynı hane içerisinde yaşayan üyelerden biri tarafından evdeki bir diğer üye ya da üyelerin yaşamının fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine ya da kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem ya da ihmal şeklinde tanımlanır.

Şiddet Döngüsü/Sarmalı Nedir?

Şiddet sonrası yaşamına devam edenler her zaman ilişkilere son verip güvenli alana geçemeyebilir. Şiddet kendi dinamikleri içinde bir döngü hâline girdiğinde sistematik şiddet söz konusu olur. Erkek; şiddet eylemlerinin ardından ilişkide kalmaya devam edebilmek, kadını ikna edebilmek için çeşitli sözel ve fiziksel davranışlarda bulunur. Bu davranışlar şiddet döngüsünün birer parçasıdır. Her defasında pişman olunur, sözler verilir, çeşitli hediyeler alınır, kısa bir zaman da olsa davranış değişikliği gösterilir. Ya da korku ve sindirme her defasında daha fazla artırılarak kadını döngüde kalmaya mecbur bırakır. 

RIZA

Rıza Nedir?

Kişinin belirli bir davranışı özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak sözlü veya bedensel ifade yoluyla onaylamasıdır. Rıza kavramı, cinsel davranışlar için oldukça önemlidir. Yaşanılan bir cinsel eylemde rıza gösterilmiş olsa dahi bu rıza; bir sonraki cinsel eylem ya da birliktelik için de rıza verildiği anlamına gelmez.Her cinsel eylem ya da birliktelik rıza gerektirir. Eylem içerisinde rıza beyanı geri çekilebilir, beyanın geri çekildiği andan itibaren rıza söz konusu değildir. Sessiz kalmak “Evet” demek değildir ve rıza anlamına gelmez. Tehdidin olduğu, baskı içeren koşullarda ya da fiil ehliyeti olmayanlarda (çocuklar, zihinsel engelliler vs.) rıza kavramından bahsedilemez.

“Hayır” demek rızanın olmadığına yeterli bir beyandır. Hayır’ı güçlendirmek için ek açıklama ya da fiziksel dirence gerek yoktur.  Sözel olarak “Hayır” denemeyecek pek çok koşulu göz önünde bulundurarak açık rıza gösterilmeyen, “Evet olmayan” her davranış ve tutumu “Hayır” olarak değerlendirmek gerekir.

Geçersiz Rıza

Rıza, hukuk sisteminde cinsel suçların belirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Çocuklar ve zihinsel engellilerde rızanın varlığından söz edilemez.

Kişinin fiil ehliyetini geçici süre ile sınırlayan ve karar verme yetisini kısmi de olsa ortadan kaldıran durumlarda (alkol ve benzeri ürün tüketimi) verilen rızanın da geçersiz sayılması gerekir. Zira bu tip ürünlerin kullanımı ile kişi davranış ve kararlarının yaratacağı sonuçları idrak edebilme yetisini kısmi ya da tamamen yitirmiştir. Bu durumdan yararlanarak alınan rıza geçersizdir.

Rızanın İnşası Nedir? 

Kişinin rıza göstermediği bir cinsel davranıştaki “Hayır” beyanını herhangi bir fiziksel zorlama içermeden “Evet”e çeviren yöntemlerin tamamıdır. Sürekli takip etmek, kişinin kendini suçlu hissetmesini sağlayarak baskı oluşturmak, durumu manipüle eden yalanlar söylemek, hediyelerle ikna etmeye çalışmak, geleceğine dönük güvence oluşturacak sözler vermek, “Hayır” beyanına karşılık başka birliktelikler yaşayacağının tehdidi bu yöntemler içinde en sık karşılaşılan örneklerdir. Rıza inşası; kişinin maruz kaldığı şiddeti, şiddetin üzerinden çok zaman geçtikten sonra fark etmesine yol açabilmekte ve bu fark ediş sonrası ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

“Hayır, hayır demektir.” Ne Anlama Gelir?

Toplumda var olan cinsiyetçi yaklaşımlar nedeniyle kadına biçilen “edilgen”, “itaatkâr” ve “onaylayan” kişi rolü ya da erkeğin kadından, kadına biçilen itaatkâr konumu almasını beklemesi nedeniyle kadınların “Hayır”ı yok sayılmakta ya da şiddetle karşılık bulmaktadır. Flört teklifine cevap vermeyen, flört aşamasından ilişki aşamasına geçmek istemeyen kadınların tehdit edildiği, şiddet gördüğü ya da öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Bununla birlikte kadınlar, net bir şekilde hayır dedikleri hâlde “Beni reddedemez”, “Naz yapıyor”, “Cilve yapıyor”, “Etraftan çekiniyor” gerekçeleriyle ısrarlı takibe, psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kalabiliyorlar. Bu nedenle kadını itaatkâr ve onaylayan bir konuma yerleştiren cinsiyetçi yaklaşımlar terk edilmelidir. Diğer taraftan, kadınların önemli bir kısmı toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı “hayır”larını güçlü ve net bir biçimde dile getirememektedir.

En kısa biçimde, kadınlar “Hayır” diyorsa “Hayır”dır. Bu karar sorgulanamaz, altında başka nedenler aranamaz.

ÖZEL KAVRAMLAR

Mağdur Suçlayıcılık Nedir?

Mağduru suçlama, bir suçun mağdurlar kendilerine karşı işlenen suçlardan kısmen veya tamamen sorumlu tutulduğunda meydana gelen değersizleştirici bir eylemdir. Örtük ya da açıkça çeşitli gerekçeler göstererek kadının şiddeti hak ettiği beyan edilir. Mağdur suçlayıcılık yaşanılan şiddetin paylaşılmasını zorlaştırıcı bir etkiye sahiptir. Şiddet sonrası yaşamına devam etmeye çalışan kadınlar karşılaşacakları suçlayıcı, denetleyici söylemler sebebiyle şiddeti saklayabilirler. Ülkemizde kadına yönelik şiddete karşı verilen mücadelede aşılması gereken sorunlar arasında büyük yer kaplamaktadır.  “O kıyafeti giymeseymiş, o saatte orada ne işi varmış, daha önce şiddete uğramış neden barışmış, evlenmeden aynı evde yaşıyorlarmış” gibi sonsuz sayıda üretebileceğimiz  cümleler;  toplum tarafından benimsenmekte, medya tarafından beslenmekte, yargı tarafından erkeğin cezasına iyi hâl indirimi olarak yansıtılmaktadır.  Ayrıca mağdur suçlayıcılık şiddetin erkek üzerinden konuşulmasını engeller ve şiddetin önemsizleştirip unutturulmasına neden olur.

Şiddete Uğrayan Kadınlara Yönelik Psikolojik Destek

  • Destekleyici deneyim aktarımları
  • Yargılamadan dinlemek
  •  Mağdur suçlayıcılıktan uzak durmak
  • Destekleyici mesajlar vermek
  • Süreci değerlendirmeyi kolaylaştırmak (… olduğunda nasıl hissediyorsun?)
  • Güvenlik planı yapmak (güvende hissetmediğim durumlar, güvendiğim ve yardım isteyebileceğim kişiler, partnerimleyken güvende hissetmediğim bir an olduğunda ona söyleyebileceklerim/yapabileceklerim, kendimi daha iyi ve güçlü hissetmek için yapabileceklerim)
  • Zor zamanlarımızda yararlanabileceğimiz kaynaklar yaratmak (iç ve dış)
  • Öz şefkat
  • Psikolojik öz bakım
  • Dayanışma

“Kadın Beyanı Esastır” Ne Anlama Gelir?

“Kadın beyanı esastır.” ilkesicinsel suç/şiddet vakalarında delil yetersizliği olması durumunda, kadının beyanını esas alarak olay ile ilgili etkili bir kovuşturma yani etkin bir soruşturma ve araştırma yapılması ve hatta yargılama aşamasına gelindiği takdirde delil niteliği taşıyabilmesi anlamına gelmektedir.Yaygın olarak bilinenin aksine bu ilke, kadının tüm beyanları herhangi bir araştırma olmadan doğru kabul edilmesi anlamına gelmemektedir. Kadın beyanının esas alınması, öncelikle, ilgili beyanın kolluk ve adli birimlerce ciddiye alınması ve ilgili beyan doğruymuş gibi soruşturma yürütülerek delillerin toplanmasını sağlayan bir ilkedir. Maruz kaldığı cinsel saldırı sonrasında kadın, kendi beyanları dışında herhangi bir somut delil sunamamış olabilir. Kadın beyanı esastır ilkesi işte tam da bu noktada yaşanan olayın peşinen reddedilmesinin önüne geçer ve beyanların ciddiye alınarak soruşturma aşamasında araştırılmasını sağlar. Aynı zamanda soruşturma aşamasında herhangi bir başka delil bulunamamış olsa dahi kadının beyanının esas alınıp delil olarak kabul edilmesi ile dosyanın kovuşturma yani yargılama sürecine girmesini de sağlayan bir ilkedir.

 “Kadın beyanı esastır” ilkesi ile beyanın kendisi, sürecin savcılık veya kolluk kuvvetleri tarafından çeşitli sebeplerle sona erdirilmesinin önüne çekilen bir engel hâline gelir. Kovuşturma aşamasında ise kadının beyanı tek başına bir delil niteliğindedir. Nitekim sadece kadının değil, cinsel saldırı mağduru herkes için beyanlar delil niteliğindedir. Kadınların toplumsal baskı altında bir cinsel saldırıyı ya da şiddeti ifşa etmelerinin zorluğu düşünüldüğünde bu beyanların delil olarak kabul edilme sebebini daha iyi anlayabiliriz.

İstanbul Sözleşmesi Nedir, Neden Önemlidir?

İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan, Ağustos 2014’te yürürlüğe giren ve ilk imzalayanın Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu uluslararası bir sözleşmedir. Sözleşmenin 6. Maddesi uyarınca “Taraf devletler; İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin uygulanmasında ve etkilerinin değerlendirilmesinde; toplumsal cinsiyet bakış açısına yer vermeyi, kadın erkek eşitliği ve kadınların güçlendirilmesine yönelik etkili politikalar geliştirmeyi ve uygulamayı taahhüt etmişlerdir.”

İstanbul Sözleşmesi şiddeti; nedenleri, sonuçları ve türleri ile inceleyerek kapsamlı biçimde ele alır. Sözleşmenin amacı kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve ortadan kaldırmaktır. Sözleşme, “şiddetin her türlü”sü şeklindeki ifade ile şiddetin en görünür biçimi olan fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik, ekonomik, sosyal ve cinsel şiddeti de kapsamına alır. Sözleşmede “kadın” teriminin 18 yaşından küçükleri de kapsayacağına yer verilmiştir.

Sözleşmede ev içi şiddet de oldukça kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Sözleşmeye göre ev içi şiddet, hane halkının tüm üyelerini kapsamakla beraber biyolojik ya da hukuki bağ olup olmadığına bakmaksızın evlilik dışı birliktelik ile yaşanan hatta birlikte yaşanan kişiler tarafından yöneltilen şiddeti de kapsamına alır.

Sözleşme; cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hâl, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak herhangi bir ayrım yapmamaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin amaçları:

  • Kadınlar başta olmak üzere şiddet tehdidi altındaki bireyleri, her türlü şiddetten korumak, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmek, şiddeti önlemek ve kovuşturmak,
  • Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirerek gerçek anlamda kadın-erkek eşitliğini teşvik etmek,
  • Şiddet mağdurlarını korumak ve desteklemek,
  • Şiddetle mücadelede tüm kurum ve kuruluşlar arasında iş birliğini sağlamak amacıyla koordinasyonu sağlamaktır.

İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddeti ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yalnızca “cezalandırma” mekanizmaları ile çözümlemez. Cezalandırmanın yanı sıra devlete; cezalandırmaya ihtiyaç kalmaması için önlemler alma, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik bütüncül politikalar ile kadınları güçlendirme, mağdurları korumak için tüm devlet organlarını seferber etme gibi yükümlülükler tanımlar.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, gelenek-görenekler gibi kadınları ev içine hapseden ve şiddete uğrasa dahi sesini çıkarmamasını öğütleyen tüm toplumsal baskı mekanizmalarına karşı savaşan; şiddeti yalnızca fiziksel şiddete indirgemeden tüm türleri ile kabul eden bir sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle 6284 Sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir.

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Temmuz 2021 tarihinde “tek adam” kararı ile usulsüz olarak çekilmiştir.

6284 Sayılı Kanun Nedir, Neden Önemlidir?

6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddettin Önlenmesi Kanunu 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilmiştir. Yasa, kadına yönelik şiddeti önlemekte devlete asli sorumluluk veren anlayışı temel almaktadır.  6284 Sayılı Kanun, İstanbul Sözleşmesi’nin bütüncül sistemini (Önleme, Koruma, Kovuşturma, Ceza) kabul eder. Kanunun genel mekanizması şiddetin failini önleyen, şiddete maruz kalan kadın ve çocukları koruyup destekleyen, faili cezalandıran ve şiddeti izleyen bir teorik altyapıya dayanıyor.

6284 Sayılı Kanun, “kolay başvuru, barınma yeri talep etme, koruma, uzaklaştırma, adres ve kimlik belgelerini gizleme, geçici velayet ve tedbir kararı aldırma, sağlık güvencesi olmayanların sağlık sigortasından yararlanma” gibi aşağıda sayılacak olan pek çok hakkı güvence altına alır.

6284 Sayılı  Kanun, şiddeti yalnızca akla gelen ilk anlamı olan fiziksel acı verme durumu olarak değil; cinsel, psikolojik ve ekonomik anlamda da ele almıştır. Bu kapsamda hakaret, tehdit, küçük düşürme, aşağılama, baskı kurma, paraya el koyma, ısrarlı arama, takip etme gibi birçok hareket şiddet tanımı içerisinde yer alır.

Kanunun en önemli noktalarından birisi; herhangi bir medeni hâl, kan bağı, akrabalık ayrımcılığı yapmamasıdır. Her kadının şiddete maruz kalabileceğinden ve her erkeğin şiddet uygulayabileceğinden hareketle “Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi” amacını içermektedir. Herhangi bir medeni hâl ayrımı yapmaksızın tüm kadınlara; kendilerine yönelen şiddetin uygulayıcısı kim olursa olsun, şiddete karşı geniş ve çeşitli haklar bu kanunla tanınmıştır.

Kanundan yararlanmak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak gerekmez. Şiddete uğrayan mülteci ve göçmen kadınlar da bu kanundan yararlanabilirler.

6284 Sayılı Kanun Kapsamında Haklarımız Nelerdir?

6284 Sayılı Kanun; şiddete uğramış yahut şiddete uğrama tehlikesi veya tehdidi altında olan kadınlar için çeşitli haklar, tedbirler tanır. Aşağıda bu hakların başlıcaları sıralanmıştır.

Barınma Yeri Talep Hakkı

Barınma yeri talep etme hakkı; şiddete uğrayan ve gidebileceği güvenli bir yer bulunmayan kadınlar için hayati bir önem taşımaktadır. Şiddete maruz kalan kadın hem kendi hem de çocukları için barınma yeri talep edebilir. Barınma yeri talep etmek için şiddete dair herhangi bir kanıt sunulması gerekmez. Şiddete maruz kalan kadının şikayetçi olması ya da tedbir kararı aldırması gibi hususlar da kesinlikle aranamaz. Kadın; herhangi bir eylemi şikâyet etmeye, tedbir, darp raporu aldırmaya zorlanamaz. Fakat yapılan şikâyetlerin, alınan darp raporlarının, ileride yaşanacak her türlü durum için yargı sürecinde şiddete maruz kalan kadının lehine delil teşkil edeceğinin altını da ayrıca çizmek, önemini hatırlatmak gerekir.

Hangi saatte veya günde gidildiği fark etmeksizin herhangi bir karakola bir kadının başvurması hâlinde polis kadını dinlemek ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu bir zorunluluktur. Bir kadının, şiddete uğradığını veya şiddet tehdidi altında olduğunu söylemesine rağmen gerektiği gibi ilgilenmeyen yahut dinlemeyen polis suç işliyor demektir. 

Geçici Koruma (Yakın Koruma) Talep Etme Hakkı

Şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali olan kişinin kendisine zarar vereceğinden endişe eden kadın, kendisine eşlik edecek bir polisin görevlendirilmesini talep edebilir. Yakın koruma kararı verildikten sonra koruma; yalnızca işe giderken, okula giderken vs. değil; dışarıya her çıkışta tehdit altında olan kadının yanında olmak zorundadır. Yakın koruma talebi karakollara, cumhuriyet başsavcılıklarına, valiliklere, kaymakamlıklara, şiddeti önleme ve izleme merkezlerine, aile mahkemelerine yapılabilir.

Şiddet Uygulayanın Konuttan Uzaklaştırılması, Şiddete Maruz Kalana Yaklaşmasının Engellenmesini, Rahatsız Etmemesini Talep Etme Hakkı

Kadın, kendisine şiddet uygulayan kişinin birlikte yaşanan konuttan uzaklaştırılmasını talep edebilir. Bu karar alındıktan sonra uzaklaştırılan kişinin yalnızca konuta değil, şiddete maruz bıraktığı kadının iş yerine, çocuğun okuluna ve doğrudan kadının kendisine yaklaşması engellenir. Konut şiddete maruz kalmış kadına tahsis edilir ve kadın yaşamına orada devam eder.

4) Adresin Gizlenmesini Talep Etme Hakkı

Can güvenliği tehdit altında olan veya şiddet uygulayandan gizlenen kadın, kimlik ve adres bilgilerinin tüm resmî kayıtlarda gizlenmesini isteyebilir. Aksi takdirde bu yolla fail veya potansiyel failin; sigorta kaydı, nüfus kayıt sistemi gibi pek çok yolla adres bilgisine ulaşması mümkündür. Bu talebe ilişkin başvuru karakollara, cumhuriyet başsavcılıklarına, valiliklere, kaymakamlıklara, şiddeti önleme ve izleme merkezlerine, aile mahkemelerine yapılabilir.

Geçici Velayet ve Tedbir Nafakası Talep Etme Hakkı

Çocuğu olan ve henüz boşanma davasını açmamış olan kadın, kendi ve çocukları eşinden şiddet görmüşse evlilik süresince ortak kullanılan velayetin geçici olarak kendisine verilmesini talep edebilir. Bu süreçte de düşülecek ekonomik güçsüzlükten kurtulabilmek amacıyla tedbir nafakası talep edebilir. Başvuru doğrudan aile mahkemelerine yapılmalıdır.

Geçici Maddi Yardım Talep Etme Hakkı

Şiddete uğrayan kadın doğmuş ve doğacak olan ihtiyaçları için geçici maddi yardım talep edebilir.  Bu yardım diğer kurum ve kuruluşlardan para veya eşya yardımı alıp almama ile kesinlikle ilintili değildir. Verilen tüm desteklerden bağımsız olarak yalnızca 6284 Sayılı Kanun’dan kaynaklanan ve şiddete uğradığı için verilen bir yardımdır. Çocuğu olan kadınlar bu yardımı ayrıca çocukları için de talep edebilirler. Bu talebe ilişkin başvuru kaymakamlıklara, şiddeti önleme ve izleme merkezlerine, aile mahkemelerine yapılabilir.

Danışmanlık Hizmeti Talep Hakkı

Çocuklar için kreş imkânının sağlanması

SİYASİ DAYANAKLAR

Şiddete Karşı Mücadelenin Tarihçesi ve Türkiye İşçi Partisi’nin Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Yol Haritası

Farklı disiplinlerin ilgi odağında olan ve üzerine çokça tartışmalar yürütülen “şiddet” kavramının hem tanımı hem türleri hem de biçimleri, toplumların gelişmesi ile yeni anlamlar kazanmakta, “şiddet”in kim/kimler tarafından uygulandığı, kime/kimlere ya da neye karşı uygulandığı, nasıl uygulandığı, nedeninin ya da amacının ne olduğu; şiddet failinin eyleminden ne gibi bir kazanım elde ettiği gibi sorulara verilen cevaplara göre şekillenmeye de devam etmektedir. Cevaplar yeniden şekillense de her şiddet türünün iktidarla, devlet örgütlenmesinin tarihsel karakteriyle ilişkisinin olduğu konusunda tüm cevapların ortaklaştığını söylemek mümkün ki “kadına yönelik şiddet”i tam da bu bağlamda değerlendirmek oldukça mühim.

Ataerkil yapı ve ilişkiler nedeniyle kadın, tarihsel olarak farklı nitelikler gösterse de erkek tarafından ezilmiş ve sömürülmüştür. Kadının doğurganlığı, lohusalık süreci, regl oluşu, fiziksel farklılıkları; insanlık tarihinin başlangıcından bugüne -tüm toplumlarda olmasa da- ezilme ve sömürülmenin itkilerinden olmuştur.  Ailenin ve devletin oluşması ile birlikte ezme ve sömürü ilişkileri boyut değiştirmiş, kurumsallaşmış ve toplumun tüm mekanizmalarında tekrar tekrar inşa edilmiştir. Bu ataerki, bugün kapitalizmde de çeşitli değişikliklere uğrasa da gelişkin bir şekilde devam etmektedir.

Gerçekten de kadına yönelik şiddetin toplumsal yapılar analizi olmaksızın anlaşılması mümkün olmaz.  (Walby, 2021:199) Ataerki, toplum yapısı temellerini cinsiyetler arası bir güç eşitsizliğine dayandırır. Bu güç eşitsizliği, kültürel anlamda “normal” olarak algılanan toplumsal cinsiyet resminin vazgeçilmez bir parçasıdır. (Lundgren, 2012:21) Erkekler, “erkeklik” rollerine dayanarak iktidarlarını fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik (şiddetin her türü) şiddet ya da şiddet tehdidi ile kurar ve aynı şekilde iktidarlarının devamlılığını sağlarlar.

Fakat kadının ezilmişliği; yalnızca kadın ile erkek arasında kurulan bu eşitsiz iktidar ilişkisine indirgenemez. Kadınlar arasında da bazı eşitsizlikler ve değişik biçimlerde ezilmişlikler bulunur. Kapitalizmin gelişmesi ile birlikte işçi aile ile burjuva aile arasındaki farklar, kadının aile içindeki rollerini de farklılaştırmıştır. Ekonomik koşullar işçi sınıfı ailesini, burjuva ailesine göre daha cinsiyetçi bir iş bölümü yapmaya zorlar. İşçi kadın gündüzleri çalışıp akşamları yemek yapar, çocuk bakar, temizlik yaparken burjuva kadının yeniden üretim ve bakım işleriyle ilgilenmesine gerek yoktur. Tarih bize, burjuva kadınların kadın-erkek eşitliğini savunurken “işçi kadınların, erkeklerin dahi zor taşıdığı ağır yükleri taşıyarak hamallık yapmasını” savunduklarını göstermiştir. Kadına yönelik şiddetin bir kaynağı toplumsal yapılara dayanırken bir diğer kaynağı ise sisteme ve doğrudan sınıfın kendisine ulaşmaktadır. 

Ataerki kavramına dair çalışmaların derinleşmesi ile beraber kavram yerini daha geniş kapsama sahip “toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı şiddet”e bırakmış olsa da kadına yönelik şiddetin özgül biçimleri ile var olması “kadına yönelik şiddet” kavramının ve buna dair verilen mücadelenin ayrımı da hâlâ yerini korumaktadır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı toplumda, burjuvazinin ve ataerkinin iki yüzlülüğünü net biçimde görmek mümkündür. Bir yandan, ataerkil bir toplumda kadının “kadınlık” rolü, ağırlıklı olarak “aile” kavramı ve burada cereyan eden ilişkiler/olgular üzerinden tanımlanır. Çocuk doğurmaktan çocuğun bakımına, ev işlerinin yapılmasından ev içinde yaşayan aile üyelerinin -bakıma muhtaç biri var ise (yaşlı, engelli)- bakımına tüm işler kadının üstlendiği işlerdir ve bunların değeri yoktur. Kadın kamusal alandan soyutlanarak özel alana hapsedilir. Evin geçimini sağlayan erkek olduğu ya da öyle kabul edildiği için kadın ekonomik olarak erkeğe bağımlı kılınmış olur. Kadının bedeninden cinselliğine, üremesinden emeğine ve dahi yaşam hakkına dek her alanda tek söz sahibi; muktedir olan erkektir. Kadından “kadınlık” gereği beklenen ise -her durum ve şartta- bir tabiiyettir.

Diğer yandan ise kapitalizmin gelişmesi ile birlikte kadınlar ucuz iş gücü olarak görülmeye başlanmıştır ve büyük oranda proleterleşmiştir. Ataerki kadını eve hapsetmeye çalışırken kapitalizm kadınların yarattığı iş gücünden vazgeçememiştir, erkek egemen yapı ve ilişkiler çeşitli biçimlerde asimile edilmişlerdir.  Kadınlar; sanayileşme ile birlikte erkeklerden daha düşük ücretlere, daha uzun saatlerde çalıştırılmışlardır. Bu uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı çalışma koşulları, Sanayi Devrimi’nin ilk yıllarında kadın ve bebek ölümlerini korkunç düzeylere ulaştırmıştır. Kadınlar hem ağır şartlar altında çalışmaya hem de ev içinde kendilerine yüklenen işleri yapmak zorunda bırakılmışlardır. Tarihin ilerlemesi ile birlikte kadınların mücadeleleri ile bazı haklar kazanılmış olsa da modern dünyamızda hâlâ kadın hem evde yeniden üreten hem de ucuz işçi / yedek işçi / toplumsal proletarya olmaya zorlanmaktadır. Kadınlar iş hayatına girdiklerinde ise burada onları farklı zorluklar beklemektedir. Erkek ile aynı işi yapıp aynı ücreti alamama, taciz/mobbing gibi suçlara maruz kalma, kreş/süt izni gibi haklarını kullanamama veya tüm bu dezavantajlı konumu dolayısıyla doğrudan işe alınmamaya kadar varabilecek çeşitli problemlerle baş etmek zorundadır.

Yazının başında şiddet tanımının da türlerinin de biçimlerinin de her geçen gün yeni anlamlar kazandığını belirtmiştik. Kadına yönelik şiddetin tanımı, kazandığı anlamların günden güne çeşitlenmesi ve bu çeşitliliğin görünürlük kazanması, politik mücadele alanına girmesi ve hukuki düzenlemelerde yer alarak güvence altına alınması, kadın kurtuluş hareketinin gelişmesi ve uzun soluklu kadın mücadelelerinin yükselmesi sonucunda gerçekleşmiştir.

Özellikle ikinci dalga feminizm, kadına yönelik şiddetin tanımının ve biçimlerinin ne olup olmadığına dair verdiği politik mücadelenin yanı sıra, devletin sistematik hâle gelmiş bu şiddete kayıtsız kalışını da sorgulamıştır, sorgulamaktadır. Kadına yönelik şiddet başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı şiddetin her türüne kör kalınması, şiddetin kültürel/geleneksel/dinsel/hukuksal vb. araçlar kullanılarak meşru bir zemine oturtulma çabası, cezasızlık politikaları, kadına yönelik şiddetin sebebiyet verdiği suçların “suç” olarak dahi nitelendirilmemesi, nitelendirilse bile  suça vücut veren eylemlerin ispatında –“Özel olan politiktir” söylemi ile şiddetin özgül biçimlerinin özel alanda gerçekleştiğinin görünürlük kazanmasına rağmen- kesin delil aranması, şiddet failinin değil şiddetten zarar görenin sorgulanması  gibi nedenlere karşı verilen mücadeleler sonucunda devletlere -kadına yönelik şiddete kayıtsız kalmak şöyle dursun- detaylı ve bütüncül koruyucu/önleyici politikalar üretme konusunda sorumluluklar yüklenmektedir ki bu sorumlulukların da yasal metinlerde yerini bulması; feminist mücadelenin ve reel sosyalizm deneyimlerinin yarattığı atmosferin  önemli kazanımlarındandır.

Bu yasal metinlerden ilki Türkiye’nin de 1985 yılında imzalayarak taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’dir. Sözleşme, devletlere ulusal mevzuatlarının toplumsal cinsiyet eşitliğine göre değiştirilmesi için ön açmasıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kabul edildiği bir yasal metin olsa da sözleşmede kadına yönelik şiddete dair bir tanımın yer almadığına değinmek gerekmektedir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, kadına yönelik şiddeti tanımlayan ilk belgesi “93 Tarihli Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” olmuştur. Bu bildirgenin genel kurul gündemine alınması için dünya genelinde imza kampanyaları başlatılmıştır. Bu imza kampanyası için Türkiye’deki kadın örgütleri de kampanya yürütmüşler hatta Türkiye en çok imza toplayan ülke olmuştur. Bu şekilde genel kurul gündemine alınan bildirge oylama yapılmaksızın kabul edilmiştir. Bildirge, ülkeler için bağlayıcı olmasa da şiddetin önlenmesi, şiddet failinin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması, ulusal mevzuatların değiştirilmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda iş birliği yapılması, şiddete uğrayanların ihtiyaç duyduğu tedavilerin, desteklerin karşılanması konusunda devletlere birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Bu bildirgede kadına yönelik şiddet; kamusal ya da özel alan fark etmeksizin kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik zarar veya ıstırap ile sonuçlanan ya da sonuçlanması muhtemel olan cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi olarak tanımlanmaktadır.

Avrupa Birliği’nde kadına yönelik şiddete dair yasal çalışmalar başka bir bağlamda, iş yerinde ve çalışma yaşamıyla sınırlı olarak başlamış, iş yerindeki şiddetin –özellikle cinsel şiddetin- önlenmesine dair iç hukukta detaylı düzenlemeler yapılması için devletlere sorumluluklar yüklenmiştir. İlerleyen süreçte, kadına yönelik şiddete dair daha detaylı çalışmalar yapılması ve iç hukuk düzenlemelerinin değiştirilmesi konusunda devletlere sorumluluk yüklenmesi için birtakım tavsiye kararları alınmış, kadın örgütlerinin de yer aldığı imza kampanyaları düzenlenmiştir. Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddete dair en kapsamlı çalışması bizi de oldukça yakından ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi’dir. İstanbul’da imzaya açılmış olması sebebiyle kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ve geldiğimiz noktada Türkiye’nin hukuksuz bir şekilde çekilme kararı aldığı “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme”si ise kadına yönelik şiddet ile mücadelede önemli bir yer tutmaktadır. Zira metin, kadına yönelik şiddetin tanımı ve biçimleri çerçevesinde oldukça kapsamlı düzenlemeler içeren, toplumsal cinsiyet eşitliği gözeten önleyici ve koruyucu politikalar üretilmesi ve bu politikaların toplumsal yaşamın her alanına yansıması için devletlere sorumluluk yükleyen bağlayıcı bir metindir.

İstanbul Sözleşmesi; kadına yönelik şiddetin kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığını, kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını kabul eder.  (bkz. İstanbul Sözleşmesi) Sözleşme tüm esasları ile aile içi şiddet de dahil olmak üzere kadınları orantısız bir biçimde etkileyen kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacağına yer vererek şiddet ve şiddet tehdidi biçimlerini de detaylı bir biçimde açıklar.

Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddete Karşı Yürütülen Mücadele ve Kazanımları

Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair kadın mücadelesi 1980’li yıllar ile beraber başlamıştır. Bir yandan feminist teori derinleşirken pratik de aynı paralellikle ve oldukça özgün biçimde çeşitlenmiş, kısa sürede feminist hareket sağlam bir ivme kazanarak önemli bir politik hat oluşturmuştur. Kısa süreli yayınlar, imza kampanyaları, bilinç yükseltme toplantıları, sokak eylemleri kadına yönelik şiddetin görünür olmasını sağlarken devlet aygıtlarının dönüşmesinin ve beraberinde birçok yasal kazanımın yolunu açmıştır.

Bu anlamda ilk mücadele 1986 yılında, yukarıda da sözünü etmiş olduğumuz Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun “93 Tarihli Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirgesi”nin genel kurul gündemine alması için başlatılan imza kampanyasıdır. 1987 yılında bir mahkemenin “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek gerekir.” atasözüne atıf yaparak bir kadının boşanma talebini reddetmesi üzerine “Dayağa Karşı Kadın Dayanışması Kampanyası” başlatılmıştır. Dayağa Karşı Kadın Dayanışması çerçevesinde yürüyüşler düzenlenmiş, kadının özel alanda maruz kaldığı erkek şiddetine dair talep ve itirazlar ilk kez kamusal bir alanda dile getirilmiştir. Aynı dönemde şiddete maruz kalan kadınlara ses olan ve “Bağır Herkes Duysun” adıyla çıkan yayınlar yapılmıştır. 1989’da cinsel tacizin görünür kılınması için kadınların evde sürekli kullandıkları, gelir elde ettikleri bir araç olan iğnenin mor kurdele ile sarılarak kamusal alanlarda dağıtıldığı “Mor İğne Kampanyası”, 1990’da “Bedenimiz Bizimdir, Cinsel Tacize Hayır” gibi kampanyalar yürütülmüştür. Bu yılların etkili ve özgün bir başka mücadelesi –o dönem- yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nun 438. Maddesi’ne karşı gerçekleştirilmiştir. Fuhuş yapan kadınlara yönelik cinsel saldırının cezada indirim sebebi olduğu yönünde düzenleme içeren bu maddenin Anayasa Mahkemesince eşitlik ilkesine aykırı bulunmaması üzerine ülke çapında yürüyüşler yapılmış, kararın temelinde kadınların iffetli-iffetli olmayan olarak ayrıştırıldığı, kadınların bu şekilde denetlendiği ve kadına yönelik şiddetin yeniden üretildiği dile getirilerek protestolar düzenlenmiştir. Protestolardan sonra madde yürürlükten kaldırılmıştır.

90’lı yıllarla beraber kadın mücadelesi yaygın bir hâl kazanmış ve güçlenmiştir. Özgün eylemlerle oluşturulan baskıyla beraber devlet kurumları kadına yönelik şiddet ile mücadele konusunda adımlar atmaya başlamıştır. Medeni Kanun ile Türk Ceza Kanunu’nda yer alan maddeler toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınarak maddelere ilişkin raporlar düzenlenmiştir. Kadının çalışmasını erkeğin onayına tabii kılan Medeni Kanun maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, zina suç olmaktan çıkarılmış, kadının soyadının evlendikten sonraki soyadı ile beraber kullanabilmesinin önü açılmıştır. 1998’de, merkezine kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacından ziyade kutsal aile birliğinin korunması amacının yerleştirildiği “4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” çıkarılmıştır. Kanun bu yönüyle feminist hareket tarafından eleştirilen bir metin olmuşsa da aile içinde şiddete uğrayan kadınların korunması adına şiddet faili aleyhine uygulanacak bir dizi tedbir öngörmesi bakımından önemlidir.

2000’li yıllara gelindiğinde şu anda yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu değişmiştir. “Evlilik birliğinin reisi kocadır.” gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı maddeler kanunlardan çıkarılmıştır. Kadına yönelik işlenen suçların “aile düzenine ilişkin suçlar” başlığında ele alınması, cinsel saldırı suçunun faili ile mağdurun evlenmesi hâlinde failin cezasında farklı infaz rejiminin uygulanması (ceza almaması, erteleme vb.) gibi düzenlemeler değiştirilmiştir. 2003 yılında İş Kanunu’nda düzenlemeye gidilmiş, işçiye iş yerinde maruz kaldığı cinsel taciz sebebiyle iş sözleşmesini feshedebilme hakkı getirilmiştir. 2011 yılına gelindiğinde İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olunmuş, 2012’de “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkarılmıştır. 6284 Sayılı Kanun hem 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanuna dair eleştiriler hem de İstanbul Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükler bağlamında düzenlenmiş bir yasa metnidir. Bu anlamda, 6284 Sayılı Kanun’da kadına yönelik şiddet olgusunun ön plana çıktığı ve düzenlemelerin bu bağlamda yapıldığı ancak İstanbul Sözleşmesi’nin temelini oluşturan toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin göz ardı edildiğini ifade etmek gerekir. Kısacası 6284 Sayılı Kanun’un kapsamı İstanbul Sözleşmesi’nin kapsamına kıyasla oldukça daraltılmış vaziyettedir.

Kadına yönelik şiddet, 80’li yıllarda başlayan kadın kurtuluş hareketi ile beraber Türkiye’de görünür hâle gelmiştir.

Verilen mücadeleler neticesinde elde edilen her bir kazanımın yasalar ile güvence altına alınması bir hayli önemlidir. Bunun yanında kadına yönelik şiddetin tek başına “yasalar ile son bulacağı” yanılgısına düşülmemelidir. Yasalar değişiyor ancak zihniyet değişmiyor. Erkek egemen iktidarına ve devamlılığına ket vuran kazanımların yasalar ile düzenlenerek güvence altına alınmasının kırılgan yapısı her daim göz önünde bulundurulmalı ve mücadelemizde izleyeceğimiz hat buradan hareketle kurulmalıdır.

Türkiye İşçi Partisi Ne Yapacak?

Kadınların bedeni, doğurganlığı, cinselliği, evlenip evlenmeyeceği, çocuk doğurup doğurmayacağı, kürtaj hakkı, kadınların kamusal yaşamda yer almaları, çalışmaları; dini ve geleneksel referanslarla denetlenmeye, engellenmeye çalışılmakta, iktidar tarafından kadın düşmanı söylemler üretilmekte, bu söylemler politikalar ile bir gerçekliğe dönüştürülmekte ve kadına yönelik şiddetin her biçimi meşru bir zemine oturtulmaya çalışılmaktadır.

Kadına yönelik cinsel/fiziksel şiddet suçları etkin soruşturulamamakta, şiddete maruz kalan kadınlar için işletilmesi gereken koruyucu mekanizmalar; kolluk görevlileri, yargı mensupları başta olmak üzere devlet kurumlarındaki kişilerce erkek egemen zihniyet ile gölgelenerek bile isteye işletilmemektedir. Kadına yönelik cinsel/fiziksel şiddet suçları cezasız bırakılmaktadır. Yasalar gereği gibi uygulanmamakta, şiddet faillerinin cezalarında haksız tahrik, iyi hâl gibi nedenlerle indirim yapılmakta, verilen cezaların infazında erteleme gibi hukuki mekanizmalar işletilmektedir. Kadına karşı şiddetin -her türlüsünün- cezasız kalacağı algısı bu fail aklama ve cezasızlık politikaları ile topluma yerleştirilmiş vaziyettedir. Son zamanlarda şüpheli kadın ölümleri hızla artmaktadır. Fail aklamanın bir başka tezahürü olan “şüpheli kadın ölümleri”, etkin şekilde soruşturma/yargılama yapılmadan intihar olarak değerlendirilmekte ve kadın cinayetlerinin üstü kapatılmaktadır. Dahası “şüpheli kadın ölümleri”, medya ve yargı kararları aracılığıyla şiddet faillerine bir kurtuluş yolu açmaktadır.

Geleneksel aile yapısı, kadının fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığı bir yapı olmakla beraber kadını toplumsal yaşamdan da soyutlamaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri ev içindeki işleri (ev işi, bakım emeği, akrabalık ilişkileri vb.) kadının sırtına yükleyip kadınları özel alana hapsetmekte, erkek ise hanenin geçimini sağlamakta ve dolasıyla kamusal alanda var olabilmektedir. Özel alana hapsolan kadının ev içindeki emeği görünmez kılınmakta, ekonomik açıdan da erkeğe bağımlı hâle getirilmektedir.  Hâlihazırda maruz kalınan fiziksel ve cinsel şiddete ekonomik şiddet eklemlenmektedir.

Toplumsal cinsiyet temelli şiddet, sınıflı toplum yapısı ile eklemlendiğinde kapitalizmde olduğu kadar öncesinde de kadınların çalışırken de şiddetin ayrı bir türüne maruz kaldığını ifade etmek mümkündür. Bugün iş yaşamında cinsiyet temelli iş ayrımı yapılmakta, “iyi” işlere erkekler tarafından el koyulmakta, eşit şekilde çalışılmasına rağmen kadına daha düşük ücret ödenerek kadının emeği bu şekilde sömürülmekte, genellikle sigortasız, güvencesiz çalıştırılmakta, işten atılacaklar arasında ilk sırada gelmekte, doğurganlığı iş hayatında sorun olarak görülmekte, iş yerlerinde sıklıkla tacize ve mobbinge uğramaktadır.

Bu yüzden, kadına yönelik erkek şiddetine dair üreteceğimiz her sözün payandasını toplumsal cinsiyet eşitliğinden alacağız. Kadını erkek şiddetinden “koruyacak” politikalardan ziyade kadına yönelik erkek şiddetini önleyecek, ortadan kaldıracak, bu anlamda toplumun her alanında bu farkındalığı artıracak, her bir alanı -aile, iş yaşamı, eğitim, hukuk/yargı düzeni, siyaset, medya, akademi ve dahası- bu temel üzerine inşa edecek politikalar için mücadele edeceğiz. Kadınların yaşamın hangi alanında olursa olsun, maruz kaldığı her türlü şiddeti görünür kılacağız.

Kadın cinayetlerini, şüpheli kadın ölümlerini, cinsel şiddet suçlarını etkin soruşturmayan, kadın düşmanı yargı kararlarına imza atan, fail aklayıcı politikalar ile cezasızlık politikalarını üreten, uygulayan, şiddet failini değil şiddete maruz kalanı sorgulayan, şiddet faillerinin aklayan kişi ya da kurumları ifşa edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun başta olmak üzere yasaların hem önleyici ve koruyucu tedbirlerin uygulanmasına dair hükümlerinin hem de şiddet faillerinin cezalandırılmasına dair hükümlerin etkin şekilde uygulanması için mücadele edeceğiz.

Kadınları özel alana hapseden işleri kadınların üzerinden alacak, kadınların toplum ve iş yaşamına katılımlarını artıracak ve iş yaşamlarında onları güçlendirecek, bu şekilde erkek ile olan ekonomik bağını kökten koparacak politikalar üreteceğiz. İş yaşamında kadınlara özellikle doğum, gebelik, emzirme gibi gereksinimler üzerinden uygulanan psikolojik şiddeti önleyici tedbir olarak tüm bu gereksinimlerin karşılanması için kadınların çalıştığı her alanda mücadele edeceğiz dolayısıyla aynı sebeplere dayanılarak kadını iş yaşamının dışına iten anlayışı bitireceğiz. Toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığa maruz kalarak iş yaşamında ekonomik şiddete maruz kalan işçi kadınların direnişlerinin öncüsü olacağız.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını tanımadığımızı, çekilme kararının hukuksuzluğunu ve yok hükmünde olduğunu her daim dile getirecek, sözleşmeyi geri getirmeye dair verdiğimiz mücadeleye devam edeceğiz.  İstanbul Sözleşmesi’ni toplumsal hayatın her alanında uygulatacağız. Sözleşmedeki bütüncül politikaları genişletecek, kadına yönelik şiddete dair sözleşmede yer alan önleyici ve koruyucu tedbir mekanizmalarının her bir toplumsal yapı içinde ve en etkin şekilde işlemesini sağlayacağız. 

İş yaşamındaki kadına yönelik erkek şiddetine, tacize, kadının yoksullaştırılmasına dair önleyici ve koruyucu tedbir alınması ve ortadan kaldırılması; ev içi şiddetin iş yaşamı üzerindeki etkilerine ilişkin uluslararası düzeyde, ilk bağlayıcı yasal metin niteliğinde olan İLO 190 numaralı sözleşmeyi kamuoyu gündeminde görünür kılmak, sözleşmenin imzalanması için kampanyalar yürütmek, iş sahasındaki her bir kurum ve kuruluşta sözleşmenin öngördüğü önleyici ve koruyucu mekanizmaları en etkin şekilde uygulatmak için mücadele edeceğiz.

Gecelerde, sokaklarda, meydanlarda olacak ve örgütlü mücadelemizi günden güne büyüteceğiz.

Paylaş: