Genel Başkanımız Erkan Baş’ın TBMM Basın Toplantısı – 8 Mayıs 2024

Genel Başkanımız Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Konuşmasında adalet için mücadele veren tüm kişi ve kurumlara “birlikte yürüme” çağrısında bulunan Baş, 1 Mayıs’a ilişkin hukuksuzluklara ve tutuklamalara yönelik “Suç olan, AKP iktidarının 1 Mayıs’ı keyfi biçimde yasaklama girişimidir” ifadelerini kullandı.

Siyaset gündemine oturan “yumuşama” tartışmalarına ilişkin de “Bir çift sözümüz var” diyerek eleştirilerini sıralayan Genel Başkanımız, İliç Maden Faciası’nı hatırlatarak, Ankara’da Altın Madencileri Derneği ve Dünya Altın Konseyi’nin ortak etkinliğine yönelik iptal çağrısında bulundu.

‘BU ÜLKEDE 22 YILDIR İKTİDARDA OLAN, ADINDA ‘ADALET’ GEÇEN BİR PARTİ ADALETİ KATLEDİYOR!’

Sözlerine 6 Mayıs 1972’de katledilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnen ve Yusuf Aslan’ı anarak başlayan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:

“Tümüyle hukuk dışı, hatta insanlık dışı bir biçimde idam edilen üç yiğit devrimciyi bir kez daha anarken sadece geçmişimizi değil aynı zamanda bugünü ve yarını konuştuğumuzu da hatırlatmak istiyorum. Çünkü sanıyorum ülkemizin en önemli probleminin adalet olduğunu söylersem, sesimizin ulaştığı yurttaşlarımızın çok büyük bir bölümünün hak vereceği ve hatta yakından bildiği bir sorunu bir kez daha paylaşmış olurum. O yüzden bugün bir kez daha adalet için mücadele çağrısı yapmak üzere buradayım. Açık konuşalım, bu ülkede 22 yıldır iktidarda bulunan, üstelik adında ‘adalet’ sözcüğü geçen bir parti adaleti katletmektedir. Türkiye’de bugün adalet katledilmektedir!

‘ADALET İÇİN MÜCADELE EDEN TÜM KURUM VE KİŞİLERİ BİRLİKTE YOL YÜRÜMEYE DAVET EDİYORUZ’

Geçtiğimiz günlerde partimiz tarafından kamuoyuyla paylaşılan bir açıklamayı izninizle bir kez daha tekrar edeceğim. Türkiye İşçi Partisi Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı 5 Mayıs’ta İstanbul’da yapıldı. Güncel siyasal gelişmelerin ve örgütsel gündemin ele alındığı toplantıda, AKP iktidarının anayasa ve hukuk tanımayan uygulamalarına karşı mücadelenin yükseltilmesi karar altına alındı. Gezi Davası, tutuklu milletvekilimiz Can Atalay’ın durumu, 1 Mayıs’ta Taksim’in emekçilere kapatılması ve ardı sıra gelen tutuklamalar, cezaevindeki siyasetçiler ve sorumluların hesap vermediği toplumsal davalar gibi süregiden pek çok hukuksuzluğa karşı emekten, özgürlüklerden ve demokrasiden yana güçlerin yan yana gelmesini ertelenemez bir görev sayıyoruz. Adalet talebini yükseltmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğimizi, bu konuda ortak bir sözün ve mücadele yöntemlerinin oluşabilmesi için gerekli çabayı sergileyeceğimizi ilan ediyoruz. Hukuk tanımaz AKP iktidarının uygulama ve politikalarına karşı adalet için mücadele eden tüm kurum ve kişileri birlikte yol yürümeye davet ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz günlerde yayınladığımız çağrı tutuklu, seçilmiş milletvekilimiz Can Atalay’ın zaten haksız olan tutukluluğunun milletvekili seçilmesine rağmen inatla, ısrarla sürdürülmeye devam etmesinin üzerinden, yani seçilmiş bir milletvekilinin esir tutuluşunun üzerinden, üstelik mevcut yasalara anayasa mahkemesi kararlarına rağmen bu esaretin sürdürülmesinin üzerinden önümüzdeki günlerde bir yıl geçmiş olacak. Türkiye İşçi Partisi olarak seçimin birinci yıl dönümü olan 14 Mayıs tarihiyle, Gezi’nin yıl dönümü olan 31 Mayıs tarihleri arasında Türkiye’nin dört bir yanında tüm siyasi partilerle, tüm sendikalarla, meslek odalarıyla ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte adalet mücadelesini yükseltme çağrısı yapıyoruz. Herkesin kendi uğradığı haksızlıklar karşısında sesini yükselttiği ancak bunun yetersiz olduğunun herhalde hepimiz tarafından kabul edildiği bir tabloda birbirinden bağımsız, parçalı biçimde yükselen adalet talebini adalet mücadelesini ortak bir mücadeleye, ortak bir adalet mücadelesine çevirmek ve iktidarın tüm adaletsizliklerine karşı hep birlikte karşı durma çağrısı yapıyoruz.

‘KİMSENİN KENDİNİ YALNIZ HİSSETMEYECEĞİ BİR TOPLUMSAL DAYANIŞMAYI ÖRGÜTLEMEK İÇİN BİRLİKTE MÜCADELE ÇAĞRISI YAPIYORUZ’

Gezi tutsaklarının serbest bırakılması, Gezi’de kaybettiğimiz kardeşlerimizin, evlatlarımızın hesabının sorulması için adalet mücadelesini büyütmeye çağırıyoruz. Bin haftaya yakın bir süredir evlatlarını arayan Cumartesi Annelerine uygulanan keyfin yasakların sona erdirilmesi için birlikte mücadele çağrısı yapıyoruz. Soma’dan Amasra’ya, Ermenek’ten Erzincan İliç’e kadar işçi canını hiçe sayan yetkililerin sorumlu olduğu işçi katliamlarının faillerinin hesap verebilmesi için cezalandırılması için, Kobani Kumpas Davası gibi onlarca davada haksız yere cezaevinde tutulan siyasi tutsakların özgürlüğüne kavuşması için, tutsaklara uygulanan insanlık dışı muameleler karşısında, suç işlemiş bile olsa herkesin insan haklarından faydalanma hürriyetini savunmak için, Şenyaşar ailesi gibi evlatlarının katillerini arayan tüm ailelerin sesinin yükseltilmesi için, kadın cinayeti işleyip salıverilenlerin hak ettikleri cezayı alması için iktidarda tanıdığı olanın, cebinde parası olanın istediği her suçu işleyip pervasızca suç işleme özgürlüklerini kullanıp hayatlarına devam ettiği bir tabloya son vermek için, bu ülkede kimsenin kendisini yalnız hissetmeyeceği bir toplumsal dayanışmayı örgütlemek için birlikte mücadele çağrısı yapıyoruz.

‘AKP TÜRKİYE’SİNDE KANUNSUZLUĞA DİRENİRSEN POLİSLER EVİNİN KAPISINI KIRIP SENİ ALIYOR’

1 Mayıs’taki hukuksuzluklara karşı yetmiyormuş gibi 1 Mayıs’ta bu hukuksuzluğa karşı direndiği için evleri basılıp gözaltına alınan, cezaevlerine gönderilen mücadele arkadaşlarımızı zindandan çıkartmak için birlikte adalet mücadelesi çağrısı yapıyoruz. Meydanda 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçilere ve sosyalistlere yargı tıkır tıkır işliyor ama ne hikmetse oğlunu yurt dışına kaçıran Eylem Tok için, trafikte motokuryeyi katledip kaçan Sudan Cumhurbaşkanı’nın oğlu için, bütün Türkiye’nin, Ankara’nın göbeğinde planlı bir biçimde işlenen bir siyasi cinayet olduğundan hiç şüphe etmediği Sinan Ateş cinayetinin arkasındakileri aydınlatmak için bu yargı işlemiyor. AKP öyle bir ülke yarattı ki AKP Türkiye’sinde kanunlara direnirsen suç işlersen İçişleri Bakanı’yla hatıra fotoğrafın oluyor, ama kanunsuzluğa direnirsen sabahın köründe polisler evinin kapısını kırıp seni evinden alıyor. Ülkeyi de kendileri gibi rezil etmelerine ‘artık yeter’ demek için birlikte bir mücadele çağrısı yapıyoruz.

Değerli yurttaşlar, bu ülkedeki en büyük rezillik, en büyük adaletsizlik emeğiyle, alın teriyle yaşayan bizler gibi insanların açlığa, yoksulluğa, hatta sefalete mahkum edildikleri bir tabloda bir avuç para babasının her gün servetlerine servet katarak istedikleri her şeyi yapabilecekleri bir rejim inşa etmiş olmalarıdır. İşte tüm bu rezilliklere son vermek için, bu adaletsiz düzene son vermek için hep birlikte mücadele etmeliyiz, hep birlikte karşı durmalıyız!

‘YUMUŞAMAYA KARŞI BİR ÇİFT SÖZÜMÜZ VAR!’

Bütün bu rezillikler yaşanırken geçtiğimiz günlerde siyasi literatürümüze yeni giren ya da yeniden güncellenen kimi kavramlar var. Kimileri ‘yumuşama’ diyor, kimileri sözde ‘normalleşme’ diyor. Biz siyasette hem mücadelenin hem müzakerenin bir yeri olduğunu kuşkusuz kabul ediyoruz. Ancak iktidarın tümüyle haksız olduğu, tümüyle hukuksuz uygulamaları birer pazarlık konusu olarak kamuoyunun önüne çıkartılmaya çalışıyorsa, üstelik insanların bundan mutlu olması gerektiği anlatılıyorsa buna dair de söyleyecek bir çift sözümüzün olması gerekiyor.

‘SUÇ OLAN, AKP İKTİDARININ 1 MAYIS’I KEYFİ BİÇİMDE YASAKLAMA GİRİŞİMİDİR’

Öyle günlerden geçiyoruz ki gazetelere, televizyonlara baktığımızda inanın hayretler içerisinde kalıyoruz. Sanki 22 yıldır adım adım örülen, ilmek ilmek işlenen Saray Rejimi’nin bu baskısı, zulmü altında yaşamıyormuşuz, bunların hiçbiri bu ülkede yaşanmamış, hala devam etmiyormuş gibi davranılıyor. Bakın televizyonlarda dört bir yandan ‘yumuşama, normalleşme’ söylemleri geliştirilirken ben Çağlayan Adliyesi’nde 1 Mayıs günü evleri basılarak gözaltına alınan arkadaşların hakim karşısına çıktıkları sırada yanlarındaydım. Televizyonlarda, gazetelerde yumuşamadan, normalleşmeden bahsedilirken arkadaşlarımızın neler yaşadıklarını, üstelik açık bir Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayanlar tarafından, yani hakları olanın zorla, baskıyla, şiddetle elinden alınmasına izin vermedikleri için hedef haline getirilen, sözde İçişleri Bakanı sıfatı taşıyan bir zat tarafından mafyavari söylemlerle tehdit edilen, gözaltına alınan arkadaşlarımız mahkemeye çıkartılırken tutuklanmalarından hemen önce yanlarındaydım. Bütün ülke yumuşamayı normalleşmeyi konuşurken arkadaşlarımızın resmi ikametgahı olan evlerinden sabaha karşı kapıları kırılarak, dövülerek gözaltına alındılar. Devletin gözetiminde açık şiddete, işkenceye maruz kaldılar. Bu tablo karşısında bu normalleşmeyi, bu yumuşamayı sorgulamak, sorgulatmak bizim sadece görevimiz değil, aynı zamanda sorumluluğumuzdur diye düşünüyorum. Bakın burada açıkça ifade ediyorum: AKP iktidarının 1 Mayıs’ı keyfi biçimde yasaklama girişimidir suç olan! Haklarını kullanmak isteyen işçilerin karşısına hukuksuz biçimde tomaları, polisi dikmek, bu insanlara gaz bombası atmak, bu insanları coplamak, bu insanları gözaltına almak, bu insanları tutuklamak hukuk dışıdır. Yasa dışı olan budur, suç olan budur!

‘HAKKIMIZ OLANI ALMAK İÇİN KİMSEDEN ÖZÜR DİLEMEYECEĞİZ’

Tekrar altını çiziyorum: Siyasette elbette ki mücadele kadar müzakerede meşrudur. Ancak zaten hakkımız olanı almak için, zaten olması gerekenin yapılabilmesi için hiç kimseye teslim olmayacağımızı, hiç kimseden özür dilemeyeceğimizi, hiç kimse karşısında geri adım atmayacağımızı da bütün kamuoyunun bilmesini isterim. Çünkü değerli arkadaşlar, biz bu iktidarı biliyoruz, bu iktidarı tanıyoruz, 22 yıldır bu iktidarın yönettiği bir ülkede yaşıyoruz, mücadele ediyoruz hep birlikte. Bunların normal olarak tarif ettikleri dönemde işçilerin, emekçilerin neler yaşadığını, devletin neredeyse her kurumunun nasıl tarikatlara, cemaatlere, çetelere peşkeş çekildiğini halkımız zaten yeterince iyi biliyor. Dolayısıyla yerel seçim hezimetinden çıkışın bir yolu olarak karşılarında direnen milyonlarca insana da zaten yapmaları gerekeni yapacakları için geri adım attırmaya çalışmalarını kabul etmiyoruz.

Bakın çok açık, bu yumuşama normalleşme döneminde kamuoyunda neler tartışılıyor? Gezi Davası tartışılıyor, Can Atalay tartışılıyor, Anayasa Mahkemesi’nin ve AİHM’in kararları, bunların uygulanması tartışılıyor. Bunların hiçbirisinin herhangi bir düzeyde bir pazarlık konusu olmadığını bir kez daha ifade etmek istiyorum. Üstelik nasıl bir ülkede tartışıyoruz? 31 Mart’ın üzerinden bir aydan birkaç gün daha fazla bir zaman geçmişken asgari ücret çoktan eridi bile, değil mi? Asgari ücret erimiş buhar olmuşken, Temmuz’da zam yapmayacağını peşinen ilan etmeye çalışan bir iktidar… Emekliler kölelik koşullarında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar, bu ülkenin gençleri işsizlik pençesinde, büyük bir çoğunluğu bulacağı ilk fırsatta ülkeyi terk etmek üzere düşüncelere kapılmış, halkın çok büyük bölümü açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş…

‘ELLERİNDEKİ MALİ DİSİPLİN PROGRAMI, EMEKÇİNİN ÜÇ KURUŞUNA GÖZ DİKMEK’

Buraya gelirken meclis çalışanı bir arkadaşımızla, mecliste işçi olarak çalışan bir arkadaşımızla konuştum, Meclis personelinin kullandığı servislerin tasarruf tedbirleri kapsamında kaldırılacağı söylüyor. Meclis’te onlarca, yüzlerce makam arabası her gün dünya kadar masraf yaparken, sabah işçileri getirip akşam götüren servislerden tasarruf etmeyi düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Ve bunun sadece Meclis’e özgü olmadığı, tüm Türkiye’de bu adaletsizliğin, bu eşitsizliğin, bu yoksulluğun, bu ekonomik kriz dedikleri sıkışmanın faturasını yoksullara, emekçilere, halka ödetmeye çalışan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Hazine ve Maliye Bakanı gün aşırı yurt dışından para bulmaya çalışıyor, mali disiplin kisvesi altında ‘tasarruf, kemer sıkma politikaları’ diye işçiye, emekçiye, emekliye, işsize hariçten gazeller okumaya devam ediyor. Ama ellerindeki tek program işçinin, emekçinin, alın teriyle yaşayan yurttaşın üç kuruşuna göz dikmek oluyor. Bu ekonomi anlayışı kuşkusuz yurttaşı çaresizliğe iten, yurttaşı yalnızlığa mahkum eden bir ekonomi anlayışıdır.

DİYANET’İ ELEŞTİRDİ: ‘CEPLERİNE LÜKS ARAÇLARININ ANAHTARLARINI DOLDURARAK HAYATLARINI SÜRDÜRÜYORLAR’

Ülkede gerçekten özgür bir basın olsaydı belki herkesin günlerce konuşması gereken bir konu, bir tane kurum var, yurttaşlarımız zaten anlarlar, pek çok bakanlığın ötesinde bakanlıklardan daha büyük bütçesi var. Bu kurumun yetkililerinin en büyük tutkusu lüks araçlar. Sıklıkla açıklama yapıyorlar, açlıkla sefaletle boğuşan yurttaşlara sesleniyorlar, ‘Sabredin’ diyorlar, ‘Gayret edin, halinize şükredin’ diyorlar. Ama her gün lüks araçlarıyla gündemlere geliyorlar. Tasarruf tedbirleri bu ülkenin emekçilerinde, bizlerde kemerde delik açılacak bir yer dahi bırakmamışken bu kurumun yetkilileri ‘Kefenin cebi yok’ diyerek ceplerine lüks araçlarının anahtarlarını doldurarak hayatlarını sürdürüyorlar. İşte bu Hazine Bakanı’nın temsil ettiği program ancak böyle ayakta kalabiliyor. Bizler bu ülkenin yüzde doksan dokuzu kıt kanaat geçineceğiz, açlık sınırında yaşamımızı sürdürmeye çalışacağız, ama beyefendiler ceplerine birkaç tane daha lüks araç anahtarlığı koyacaklar. O yüzden hiç merak etmesinler, bunların hesabı öte tarafa falan kalmayacak. İşçinin, emekçinin, alın terinin hakkını mahşere bırakmayacağız. Emekçilerin alın terini sömürerek yaşadıkları bu şatafat düzenine mutlaka ama mutlaka son vereceğiz ve bunun bedelini bu dünyada ödeteceğiz.

ANKARA’DAKİ ‘ALTIN MADENİ’ ETKİNLİĞİ: ‘’ALTINCI FİLO DEFOL!’

Değerli yurttaşlar, sevgili basın emekçileri, geçtiğimiz 13 Şubat’ta bir cinayet yaşandı. Erzincan’da, İliç’te toprağın altında kalan madencilerden en son Ramazan Çimen ve Kenan Öz kardeşlerimiz,n bedenlerine 80 gün sonra ulaştık. Cansız bedenlerine ulaştık. Buradan bir kez daha yakınlarına, sevenlerine, ailelerine baş sağlığı dileklerimi iletiyorum. Bakın bu Kanadalı şirketin 2020’den bu yana elde ettiği gelir bir buçuk milyon dolar. Bu Kanadalı maden şirketine Türkiye’de verilen sigorta prim destek süresi 7 yıl. Bu şirket yüzde 90 oranında vergi indirimi alıyor. Erzincan İliç’te 2015 yılından bu yana verilen teşviği bir milyar 337 bin Türk lirası. Niye? Neden? İnsanları gönül rahatlığıyla öldürebilsinler diye… Siyanürlü altın işletmeciliğinin madencilik olmadığının bir kez daha altını çiziyorum, sanayicilik olmadığının altını çiziyorum, ihtiyaçları karşılamak adına yapılan bir üretim olmadığının altını çiziyorum. Bir grup, dünya geneline yayılmış tek bir şirketin doymak bilmeyen iştahının adıdır siyanürlü altın. Sanki altın madenleri insan hayatını ve doğayı tahrip etmiyormuş gibi, daha 80 gün önce bu ülkede bir cinayet yaşanmamış gibi, bu açgözlüler, bu kar azmanları 16 Mayıs’ta Ankara’da bir etkinlik gerçekleştireceklerini ilan etmişler. Altın Madencileri Derneği ve Dünya Altın Konseyi ortak etkinliği olan bu etkinliğin konu başlıklarını hepimiz tahmin edebiliyoruz. Buna karşı çevre mücadelesi veren yurttaşlarımız, çevre örgütlerimiz ‘Altıncı Filo defol’ çağrısı yapıyorlar. Bu çağrıya aynen katılıyoruz. İnsanları, doğayı katleden Altıncı Filo’ya ‘defol’ diyoruz ve bu etkinliği derhal iptal etme çağrısı yapıyoruz. Buna sessiz kalmayacağımızı, bu rezaleti izlemekle yetinmeyeceğimizi ifade ediyorum. Peşinen uyarıyorum.

YURTTAŞLARA ‘FİLİSTİN’ ÇAĞRISI

Son olarak, yanı başımızda bir halk dünyanın gözleri önünde soykırıma uğruyor. Filistinli kardeşlerimiz Siyonist rejim tarafından, Netanyahu isimli katilin yönetimi altında topraklarından koparılmak üzere, vatanlarından edilmek üzere bombalarla, kara harekatlarıyla açık bir soykırıma uğruyor. On yıllardır siyasi ve diplomatik olarak çözülmemiş bu sorunun çok acı sonuçları gözlerimizin önünde yaşanıyor. Buna sessiz kalmak, bunu izlemekle yetinmek insanın kaldırabileceği, vicdanlara sığabilecek bir durum değildir. Gazze yerle bir olurken biz bunu izleyemeyiz. Bu nedenle buradan tüm yurttaşlara, mazlum Filistin halkının mücadelesine destek olma çağrısı yapıyorum. Mazlum Filistin halkının uğradığı soykırıma karşı acil ateşkes, acil barış, acil çözüm çağrısını Meclis kürsüsünden de ifade etmek istiyorum.”

Paylaş: