AÇLIĞA, YOKSULLUĞA MAHKUM OLMAYACAĞIZ!

Sermayenin doğayı, insanı ve emeği sömürdüğü, yaklaşık 800 milyon insanın açlıktan, 1,4 milyar insanın da obeziteden kaynaklanan sağlık sorunları yaşadığı bir dünyada, Dünya Gıda Günü kutlu olsun diyemiyoruz. Oysa, hepimizin bildiği üzere gıda ve su insanların yaşamlarını sürdürmeleri için vazgeçilemez ve ertelenemez ihtiyaçlarıdır. Bu nedenledir ki; insanların dini, dili, rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun aktif ve sağlıklı bir yaşam için gereksinim duyduğu yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmesi kısaca gıda güvencesinin sağlanması temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Gıda güvencesi kavramı insanların tükettikleri suyu da gıda tanımı içine alır. Sadece tüketim amaçlı suya değil, kullanma suyuna erişim de çok temel bir haktır. Ancak; küreselleşen dünya düzeninde tarım ve gıda ürünleri ile su ticari birer meta olarak görülüp serbest piyasa koşullarına terk edildiklerinden dolayı insanların gıda ve suya yeterince ulaştıklarını iddia etmek ne yazık ki pek de mümkün değildir. Bu düzen çiftçilerin üretme hakkını, tüketicilerinse kültürleriyle uyumlu sağlıklı, besleyici, güvenilir gıdaya ulaşma hakkını yani gıda egemenliğini tanımamaktadır. Bu yönleriyle içinde bulunduğumuz dönem aynı zamanda bir gıda krizi dönemidir.

Geçen 21 yıllık AKP hükümetleri iktidarında söz konusu küresel tarım – gıda sisteminin ülkemize yansıması nasıl olmuş bir hatırlayalım. Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı. Tarımda üretim planlaması yapılmadığı için üretim -dolayısıyla çiftçi gelirleri- yıldan yıla dalgalanma gösterdi. Gübre üretimi yapan kamu işletmeleri özelleştirildi. Gübre fiyatlarının özel sektör tarafından belirlenmesinin önü açıldı. Tarımın gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi en önemli girdilerinde ithalata bağımlı hale gelindi. Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16 bin köyün tüzel kişiliği ortadan kaldırıldı. Sulama yatırımları ciddi anlamda ihmal edildi. HES’lerle dereler kurutuldu. Yanlış uygulamalı JES’lerle içme, sulama ve kullanma sularının kalitesi bozuldu, tarım arazileri kirlendi ve verimsizleşti. Tarım arazileri, meralar, zeytinlikler, ormanlıklar, sulak alanları ve su havzaları ranta kurban edilerek amaç dışı kullanıma açıldı. İşlenen tarım arazileri giderek azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçi toprağını ekmekten vazgeçti. Uygulamaya konulan yanlış tarım politikaları sonucu çiftçi tarımdaki gücünü yitirdi ve yoksullaştı. Çiftçilerin ve tarım emekçilerinin hak arama örgütleri olan sendikalarıyla ilgili iç hukuk düzenlemesi yapmaktan özellikle kaçınarak çiftçilerin örgütsüz kalmalarına, haklarını aramalarına engel olundu. Haklarını aramaya çalışan tarım emekçileri ise son örneğini Agrobay’da yaşadığımız gibi görmezden gelinmeye devam ediliyor. TEKEL önce alkol ardından da sigara bölümünün özelleştirilmesiyle tasfiye edildi. ÇAYKUR Varlık Fonu’na devredildikten sonra sürekli artan bir şekilde zarar etmeye başladı. Şeker fabrikaları özelleştirildi. Üretici fiyatı ile market fiyatı arasında yüzde 300-400 oranında fark oluştu, üretimden pazarlamaya uzanan zincirde, çiftçiler yükselen girdi maliyetleri ve büyük şirketler ile tüccarların belirlediği düşük alım fiyatları arasına sıkışırken, tüketiciler ise yüksek gıda fiyatlarına maruz kaldı. Bu zincirde yer alan ve gıdanın soframıza gelmesini sağlayan emekçiler ise canlarını vermeye devam ediyor. İSİG Meclisi verilerine göre bu yılın ilk dokuz ayında tarım iş kolunda 259 emekçi yaşamını yitirdi. Özellikle pandemi döneminde gıdamızın soframıza gelmesindeki kritik rolünün farkına varılan ve büyük bölümünü göçmenlerin oluşturduğu mevsimlik tarım işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili hiçbir iyileştirme yapılmadı. Tarımda çocuk işçiliğin önlenmesine yönelik politikalar uygulanmadı. Gıda krizi kat kat arttı. AKP hükümetlerinin uyguladığı politikalar dışa bağımlılığı azaltmak yerine giderek artırarak üretimi sürdürülemez hale getirdi. Bir zamanlar büyük ölçüde kendi kendine yetebilen ülkelerden biri olan Türkiye uygulanan neoliberal politikalar sonucu bu kapasitesini de yitirdi. Arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürün için fiyatı ithalatla düşürme kolaycılığına başvuruldu. Ama çözüm olmadı. Ucuz ekmek, et kuyrukları oluşmaya başladı. Çözüm olarak Tarım Kredi Kooperatif marketleri, tanzim satışları devreye alındı ama piyasadaki gıda fiyatları düşmedi.

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından hazırlanan Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de nüfusun yaklaşık 15 milyonu yeterli gıda tüketemiyor ve her ay on binlerce yurttaşımız bu listeye ekleniyor. Türkiye’de 5 yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuk akut yetersiz beslenme yaşıyor; yani, çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişemiyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor. Eğitim Sen’in ‘2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin ve Okulların Durumu’ başlıklı raporuna göre, Türkiye’de çok sayıda öğrencinin okula kahvaltı yapmadan gittiği, birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü belirtiliyor. Yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu çocuklarda obezite, bodurluk, diyabet ve anemi gibi hastaların arttığı gözlemleniyor. Ayrıca, öğrencilerin günlük su tüketiminin azalmasıyla birlikte böbrek hastalıkları başta olmak üzere birçok sağlık sorununun olduğu biliniyor.

Gıda krizi meselesi bunlarla da bitmiyor. Tükettiğimiz gıdaların güvenilirliği konusunda da çokça soru işareti bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Pestisit Atlası başlıklı raporda tarımsal üretimde kullanılan pestisitlerin yani zehirlerin halk sağlığı ve doğal varlıklar üzerindeki olumsuz etkilerinin altı çizilirken, Türkiye’deki pestisit kullanımının %50’sinin yurt içi tüketim ve ihracat için üretimin önemli bir bölümünün yapıldığı Adana, Mersin, Aydın, Antalya, Manisa, İzmir ve Bursa’da gerçekleştiği vurgulanıyor. Hal böyle olunca yurt içine göre çok daha sıkı denetimlere tabi olmasına rağmen 2022’nin ilk beş ayında 208 parti ihracat ürünümüz kalıntı nedeniyle geri çevriliyor. Denetimlerin son derece yetersiz kaldığı yurt içi tüketime yönelik ürünlerde ise yapılan akademik çalışmalar durumun ihracat ürünlerinden çok daha vahim olduğunu ortaya koyuyor.

Küresel Gıda Güvenliği Endeksinde, 2012-2020 arasında dünyada gıda güvenliğinde en çok kan kaybeden 7’nci ülke olan Türkiye 113 ülke arasında 47’nci sırada, halkının gıda ürünlerini “satın alabilirliği” sıralamasında 65’inci sırada yer alarak bırakın gelişmiş ülkeleri Botsvana, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi pek çok ülkenin maalesef ki gerisinde. Gıda kalitesi kategorisinde 45, sel, yangın, sıcaklık artışı gibi faktörlerin ele alındığı doğal kaynaklar kategorisinde ise, 53’üncü sıraya gerilemiş durumda.

DİSK-AR tarafından yayınlanan rapora göre, AKP döneminde TÜFE ve gıda fiyatları endeksi artmaya devam ediyor. 2005 yılında 1185 olan TÜFE, Eylül 2023’te 1.691’e yükseldi. 2005’te 110 olan gıda fiyatları endeksi ise Eylül 2023’te 2.406’ya yükseldi. Böylece 2005’ten bu yana TÜFE 1.573 puan, gıda fiyatları endeksi 2.296 puan arttı. 2005’te yüzde 7,9 olan enflasyon oranı Eylül 2023’te yüzde 61,5’e yükseldi. 2005’te yüzde 4,5 olan gıda enflasyonu ise Eylül 2023’te yüzde 75,1’e yükseldi.

Asgari ücretin 11 bin 402 TL olduğu ülkemizde Birleşik Metal-İş 2023 Ağustos verilerine göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 12 bin 034 TL, yoksulluk sınırı ise 41 bin 626 TL. Geçen 21 yılda belirli bir zümre hariç herkesin yoksul, çoğunluğun aç olduğu bir ülke yaratıldı. Biz bu düzene karşıyız. Çocukların yatağa aç/susuz girmediği, okullarında hiç olmazsa en az 1 öğünü yeterli ve dengeli olarak ücretsiz tüketebildiği, gelirin, verginin, gıdanın ve suyun adil paylaşıldığı bir ülke talebimizde inat edeceğiz. Yineliyoruz. Sağlıklı, yeterli ve dengeli gıdaya, ekonomik olarak ve sürdürülebilir şekilde ulaşmak temel bir insan hakkıdır. Bu hakkı dile getirmeye devam edeceğiz.

Açlığa ve Yoksulluğa Mahkum Olmayacağız.

Türkiye İşçi Partisi Bilim Kurulu Tarım Politikaları Çalışma Grubu

Paylaş: