5 Ağustos 2025 | Ahmet Şık’ın TBMM’deki Komisyon Konuşması

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu hassas dönemeçte Anayasa Mahkemesi’nin defalarca kez vermiş olduğu kararlara rağmen anayasaya aykırı biçimde Silivri’de tutsak edilen Hatay Milletvekilimiz Şerafettin Can Atalay’ı selamlayarak başlamak istiyorum.

Böylesi önemli bir süreçte, “Demokrasi, Barış ve Eşit Yurttaşlık” üzerine son derece yetkin bir hukukçu olan Can’ın Silivri’de diğer bir dizi siyasi tutsak ile hala rehin tutuluyor olması bu Meclis’in utanç vesikalarından biridir. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum. Kendisi aramızda olsa idi bugün bu sırada benim yerime o oturacaktı. Ancak biz Parti Meclisi’mizin aldığı karar ile kendisini, partimiz bünyesinde oluşturduğumuz bir iç komisyon heyetinin Başkanı olarak görevlendirdik ve onun da katılımıyla hazırladığımız değerlendirmeleri buradan paylaşacağız.

***

Komisyonun esasına dair görüş ve değerlendirmelerimizi ilerleyen toplantılarda detaylı biçimde ortaya koyacağız.

Takdir edersiniz ki, bugüne dek yürütülen süreç bütünüyle bir arka kapı diplomasisi olarak tarif edilebilir. Arka kapılarda konuşulanların ve paylaşılanların ne olduğunu bilmediğimiz için de bu koşullarda detaylı bir değerlendirme ortaya koymamız beklenemez. 

Bununla birlikte girizgah mahiyetinde, her ne kadar iktidar cephesi bu kavramın kullanılmasından imtina etse de Kürt Sorunu’na dair perspektifimizi ortaya koymaya çalışacağım:

Birinci Türkiye İşçi Partisi’nin 1970 yılında düzenlediği dördüncü kongresinin kararları arasında şu ifadeler yer almaktadır:

Türkiye’nin Doğu’sunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu, (…) Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün antidemokratik, faşist,

baskıcı, şoven-milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir görev olduğunu, (…) Parti’nin, Kürt

sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilân eder.”

Bu ifadeler Türkiye tarihinde bir ilktir, Kürt Sorunu resmen bir parti kongresinde ilk kez birinci TİP tarafından tanınmış ve ne yazık ki bu karar nedeniyle parti kapatmaya maruz kalmış, yöneticileri ise tutuklanmış, bedeller ödemiştir.

Biz, Kürt sorununu, Osmanlı dönemindeki Kürt ayaklanmalarından bugüne ulusal mücadelelerin tarihselliği içinde ele alıyor ve sermaye egemenliğinin bir sonucu ve sınıf mücadelesinin bir başlığı olarak görüyoruz. Yoksul Kürt emekçileri Türkiye işçi sınıfının önemli bir unsurudur; Türk ve Kürt emekçi halklarının tarihsel çıkarları hiç şüphesiz ortaktır. Bizim için, Kürt halkının haklı taleplerinin savunulması ve desteklenmesi ülkemizdeki bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesinin önemli bir başlığıdır. 

*İnkar politikalarıyla başlayıp bugüne kadar gelinen süreçte Kürt sorunu şiddet, ölümler, faili meçhuller, kayıplar, anti-demokratik, faşizan uygulamalar, seçme seçilme hakkının gaspedilmesi gibi bir dizi farklı biçimde kendini göstermiştir. Bu biçimlerin her biri toplumumuzda telafisi zor derin yaralar açmış; çoğunlukla acılar yoksul evlerin payına düşmüştür. Bir yandan Taybet analar, sırtında tek bir kazağı ve ayağında terlikleriyle 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’lar yitip gitmiştir, diğer yandan hep yoksul evlere şehit haberleri gelmiştir.

Bugünün Türkiye’sinin en büyük utançlarından biri olarak değerlendirilebilecek siyasi tutsaklar ve kayyum siyaseti; büyük ölçüde Kürtler ve sosyalistlere karşı başlatılmış ancak yerleşik hale getirilmiş uygulamalardır. Bugün CHP’li belediyelere de kayyum atandığı, belediye başkanlarının iddianameleri bile hazırlanmadan tutuklandıklarını görmekteyiz.

Barışın tesis edilmesinde en başta şiddetin durmasına ve silahların susmasına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu bağlamda silahları bırakma çağrısı, PKK’nin fesih kararı ve geçtiğimiz günlerde gerçekleşen silah yakma töreni çok hayati adımlardır. Bu adımların atılmasından umutlanmaktayız.

Ancak çok boyutlu sorunlar yumağının ortasında bu nedenle biz, barışın yalnızca silahların bırakılmasıyla tamamlanacak pasif bir hâl değil; demokrasi ve eşit

yurttaşlık temelinde kurulacak aktif bir çözüm olduğuna inanıyoruz. Önümüzdeki dönemde atılması gereken adımlar da bu yaklaşıma dayanmalıdır. 

Van’a kayyum atama girişiminde de dile getirdiğimiz gibi, Van’a kayyum atanırken İzmir’de demokratik yaşam olmaz. Esenyurt’a kayyum atanırken ya da Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Can Atalay, Ekrem İmamoğlu haksız yere içeride tutulurken de demokratik bir çözümden söz edemeyiz. 

Bu doğrultuda, Kürt halkının özgün ve özgül konumunu gören ama geniş anlamda bir demokratikleşme sorununun altını çizmek zorundayız. Dolayısıyla, toplumsal barış ve demokrasi için, Türkiye’de eşit bir yurttaşlık atmosferinin tesisi için atılması gereken acil adımları şöyle görüyoruz:

  • Türkiye’nin Adalet, Özgürlük, Demokrasi ve Eşit Yurttaşlık ihtiyacı istisnasız herkes için haktır ve uygulanması bir zorunluluktur.
  • Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları istisnasız uygulanmalı ve komisyon bu yönde yazılı ortak irade beyanı sergilemelidir.
  • Başta, tamamen keyfi uygulanan Terörle Mücadele Kanununun kaldırılmalı; temel hak ve özgürlükleri sınırlayan ve kriminalize eden, düşünce ve ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerini engelleyen TCK’nin ilgili hükümleri ve 2911 Sayılı Kanun evrensel hukuk normlarına uygun hale getirilmelidir.
  • Siyasi ve adli suçlarda infaz eşitliğinin sağlanması yönünde yasal değişiklik yapılmalı, bunun ötesinde siyasi suç mevhumu bütünüyle bertaraf edilmeli, devlet aygıtı bütünüyle siyasi suç kovuşturmaya yönelik bir araç olmaktan çıkarılmalıdır.
  • Üniversite öğrencilerine okul ve yurtlarda disiplin soruşturmalarının kapsamının daraltılmasına dönük yasal değişiklikler yapılmalıdır.
  • Tutuklama şartlarındaki cezaların alt sınırı arttırılarak pratikte de istisnailiği yasal güvenceye kavuşmalıdır.
  • Hasta tutsakların tahliye süreçlerinin hızlandırılmasına dönük yasal değişiklik yapılmalıdır.
  • Başta Barış akademisyenleri olmak üzere hukuksuz KHK’lerle işsiz bırakılanların görevlerine iadeleri ile geriye dönük haklarının tazmini sağlanmalıdır.
  • Kayyımlar derhal kaldırılmalı ve seçilmişler görevlerine iade edilmelidir.
  • Anadilinin, eğitim dahil her alanda kullanılması için imkanların geliştirilmelidir.
  • Suç işleyen kamu görevlilerinin yargılanmalarının önündeki yasal engeller kaldırılmalıdır.
  • Komşu ülke ve halklarla barışçıl bir dış politikada, savaşsız bir bölge ve dünya anlayışında buluşulmalıdır.
  • Ayrıca, Türkiye’de Kürtler’in bir sorunu olmadığı algısı yıkılmak ve toplumsal barış sağlanmak isteniyorsa, adalet, hakikat ve hafıza komisyonları kurulmalı ve bunlar işletilmelidir. Toplumsal bir barış ancak böyle sağlanabilir.

***

Bunlarla birlikte, ilk elden, komisyon çalışmalarının son derece şeffaf yürütülmesinin bir zorunluluk olduğunu söylemek zorundayız.

Kürt Sorunu’nun çözümü açısından bugüne dek edindiğimiz tecrübeler gerçek, kalıcı ve adil bir barışın ancak sürecin toplumsallaşmasıyla mümkün olabileceğini bize öğretti. 

Sürecin toplumsallaşması açısından bu komisyonun varlığını önemsiyoruz. Farklı siyasi partilerin görüş, öneri ve değerlendirmelerini tüm toplumun görebileceği biçimde açık, net ifade edecek olması bile başlı başına önemlidir.

Komisyon, toplumda oluşan kaygıları gideren, şüpheleri ortadan kaldıran ve somut adımların atılmasına vesile olacak bir çalışma sergilemek durumundadır. 

Biz bunu yapmaya, silah bırakma sürecinin sona ermesine dair düzenlemeleri merkeze alan ve gerçek bir barışın sağlanması için en önemli unsur olan demokratikleşmeye dönük adımların atılacağı bir komisyon çalışması için tutum alacağız. 

Komisyonun adı meselesinin kısır tartışmalara sebebiyet vermemesi gerekir. Bu bağlamda komisyonun amacı ve işlevi daha büyük bir önem ve anlam taşımaktadır. Siyasi tutsakların durumunun demokratikleşme adımlarıyla çözülmesi, kayyum siyasetinin ortadan kaldırılması ve silah bırakmanın tüm aşamalarıyla sağlanması bizim için komisyonun amacını ve işlevini ortaya kayacak önemli başlıklardır.

Komisyon bu başlıkları ana amacı olarak belirlemelidir. Aksi takdirde komisyon sadece “Silah Bırakmanın Usul ve Esaslarına Dair Komisyon” işlevi görür. Bu da gerçek, adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasını sekteye uğratır. Çünkü yalnızca silah bırakma ile sınırlanmış bir süreç ancak ateşkes anlamı taşıyacaktır.

Oysa biz kayıtsız şartsız barışın peşindeyiz. Bu tip süreçlerde ateşkesin bir zorunluluk olduğu açıktır ancak ateşkesler kalıcı, gerçek ve adil bir barış ile taçlanmadıkça uzun vadede anlamlı sonuçlara yol açmazlar. 

Demokratik siyaset zeminin önünün açılması, bu ateşkesi barışla neticelendirilecek düzenlemelerin yapılması için komisyon ciddi bir görev ve sorumluluk üstlenmeli.

Komisyonun adının da bu yüzden, bu başlıkları içerecek ve komisyonun ana amacının bu olduğunu gösterecek biçimde “Barış, Demokrasi ve Eşit Yurttaşlık Komisyonu” olmasını öneriyoruz.

***

Komisyonun esasen şeffaf ve katılımcı olması bizim en temel taleplerimizdir. 

Dolayısıyla komisyon, istisnai durumlar dışında genel ilke olarak basına açık biçimde çalışmalarını sürdürmeli, TBMM’nin tüm çalışmalarında olduğu gibi tam tutanak altına alınmalı, farklı toplumsal kesimlerin temsilcilerinin davetli olarak katılımıyla, mümkün olan en geniş kesimlerin görüşlerini ifade etmesi sağlanmalıdır.

Komisyonun oluşturulmasındaki temel maksadın bu sürecin toplumsal meşruiyetinin sağlanması olduğu açıktır. Bu nedenle komisyonun da üye tamsayısının 2/3’ü üzerinden karar alması toplumda oluşan haklı kaygı ve şüpheleri gidermenin en etkili yoludur. Barışın tüm toplumun temel bir ihtiyacı

olduğunu gözeten ve bunu küçük siyasi hesaplara heba etmeyen bir anlayışın egemen olması için nitelikli çoğunluk bu oranla belirlenmelidir. 

Komisyon üyelerinin konuşma süresinin siyasi parti grubu olanlar ve olmayanlar arasında eşitliğe aykırı biçimde belirlenmesi kabul edilemez. Böylesine önemli bir komisyonda dahi bu denli küçük bir matematiğin işletiliyor olmasından derhal geri dönülmelidir. Hali hazırda grubu bulunmayan siyasi partilerin tek vekilleriyle kullanabileceği sürenin üst sınırı bellidir. Bu yüzden süre sınırının eşit hale getirilmesi gerekmektedir.

Komisyon gündeminin nasıl belirleneceği yine önemli bir başlıktır. Gündem yalnızca Başkan tarafından belirlenmemeli, katılımcılığa ve çok sesliliğe uygun olarak gündem maddeleri yine üye tamsayısının 2/3 çoğunluğu ile belirlenmelidir. 

Kendi adımıza sürecin ruhuna uygun bir hassasiyet ve özen içinde tutum alacağımızı buradan bir kez daha beyan ediyoruz. Buna uygun olarak karar vericiler de aynı tutumda olmalı, komisyon işleyişini kendi yararlarına uyacak ve sadece kendi kontrollerinde ilerleyecek biçimde düzenlemeye çalışmamalıdır.

Bu komisyon sürece katkı koyabilecek hiçbir siyasi aktörü dışlamamalı, şeffaflığı, ve katılımcılığı en yüksek dereceden gözetmeli,, halkın, toplumun farklı kesimlerinin sesini duyurmasına olanak tanımalı ve demokratik talepleri asla pazarlık malzemesi etmemelidir. 

Bir kez daha söylüyoruz, Barış bizim için ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç ve bunu küçük siyasi hesaplara heba edemeyiz. 

Komisyon çalışmalarımız boyunca tüm adımlarımız, barışın tesisi konusunda halkımızın istek ve beklentileri ile Türk ve Kürt emekçilerinin ortak çıkarları doğrultusunda eşit yurttaşlık temelli, demokratik bir barış siyaseti yönünde olacaktır. Bu bağlamda sadece Türkiye İşçi Partisi’nin değil, tüm siyasi partilerin gerçek ve kalıcı bir barışın inşasında ortak sorumluluk üstlenmesi gerektiğini hatırlatıyoruz.

Yolumuz açık önümüz barış olsun.

Paylaş: