Neredeyse üç ay oldu, İstanbul seçimleriyle yatıp kalkıyoruz.
Ne kadar önemli olursa olsun bir yerel seçimin bile “kaotik” hale getirildiği sürecin bir etabı daha yarın tamamlanmış olacak. “Etap” diyoruz, çünkü Binali Yıldırım’ın kaybetmesi halinde İstanbul odaklı itiş kakışın yeni biçimlere bürünerek devam edeceği kesindir.
Bu arada, seçime birkaç gün kala gündeme bir “bomba” düşmüş, daha doğrusu düşürülmüştür. Öcalan’ın mektubundan söz ediyoruz. Bu mesajın İstanbul’daki Kürt oylarını etkileme olasılığı konusunda neler söylenebilir?
Bomba olarak düşünüldüğü kesindir; ancak bu bombanın zaman ayarı konusunda ortada ciddi soru işaretleri vardır. Örneğin, rejimin büyük umut bağladığı anlaşılan bu bombanın zaman ayarı neden daha öncesine değil de seçime iki üç gün kalaya yapılmıştır? Zaman ayarı dışında, mesajın içeriği de bizce Kürt seçmeni temsil eden HDP’yi tümüyle bir açmaza düşürecek, ne yapacağını bilemez hale getirecek mahiyette değildir.
Akla tek bir açıklama geliyor:
Erdoğan gerçekten paniklemiştir ve bu panik içinde “ustalık” yakıştırılan siyaset tarzıyla hiç bağdaşmayacak işler yapmaktadır. Örneğin, İmamoğlu ile Yıldırım’ın televizyon münazarasının şu ya da bu yönde fazla etki yaratmayacağını sokaktaki çocuk bile kestirebilecekken Erdoğan’ın bu münazaradan “kırılma” beklemesini anlamak mümkün değildir. Örneğin, İmamoğlu’na yönelik “valiye it, polise şerefsiz dedi” saldırısının, çok şey beklendiği anlaşılan Öcalan’ın mesajıyla zaman olarak örtüşmesi bir garabettir. Garabettir, çünkü (gerçekten dendiyse) “valiye it, polise şerefsiz denmesinin” en az etkileyeceği ya da hiç etkilemeyeceği bir kesim varsa o da Kürt seçmendir.
Paniklemiştir, çünkü bir ülkenin “dünya lideri” Cumhurbaşkanının, “Öcalan-Demirtaş-Kandil çekişmelerini” bir yerel seçime yönelik gündelik siyaset malzemesi olarak kullanmasının başka bir açıklaması olamaz.
Panikleyen rejim ve lideri, 2010 referandumunda evet dediği, Gezi’yi “darbe girişimi” olarak nitelediği ve MİT’le bağlantılı olduğu söylenen bir akademisyeni İmralı’ya göndererek Öcalan’dan bir şeyler “istihraç etmesini” istemiştir (“çıkarmak” anlamına gelen istihraç sözcüğünü genellikle madencilikte kullanıldığı için tercih ettik).
Öcalan da gerçekten “bir şeyler” vermiştir. Ancak, verdiklerinin, başkalarının elini kolunu bağlayacak bir netlik ve kesinlik taşıdığını söylemek zorlama olacaktır.
Örneğin, “güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda olmama” mesajının “savuşturulması” o kadar da güç değildir: “O iş cumhur ve millet ittifakları arasında oluyor, biz her iki ittifakta da yer almıyoruz…” Sonra, mesajda daha kalıcı ve yerleşmiş kutuplaşmalardan söz edildiğine göre bir yerel seçimde verilecek oyun bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini söylemek de mümkündür.
Nitekim (bize göre) HDP sözcüleri de bunu yapmıştır ve bu arada Demirtaş’tan “bu kez daha kararlı biçimde” ve “bağrımıza taş basmadan” mesajları gelmiştir.
Sonuçta, İmralı “bombasının” seçim sonuçlarını köklü biçimde etkileyecek sonuçlar yaratmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır.
***
Ancak, yarın yapılacak seçimler bir yana, bu mesaj/mektup olayının Kürt hareketi üzerindeki etkilerini seçim sonrasında, orta vadede göstermesi beklenebilir.
Öcalan’ın mektubunda “HDP’de vücut bulan demokratik ittifak anlayışı” ifadesi iki kere geçmektedir (birinde “ifadesini bulan” şeklinde) ve bu anlayıştan “üçüncü yol” olarak söz edilmektedir.
Şimdi, eğer Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasal gelişmelerden söz edeceksek, belirli kesimlerin HDP’nin seçim barajı altında kalmaması, HDP’nin de AKP/MHP ittifakının geriletilmesi için yaptıkları, bu “demokratik ittifak anlayışının” somut karşılığı olarak en başta verilecek örneklerdir.
Seçimler elbette tek platform değildir; ancak HDP’nin, bugün Saray rejimine karşı olan ilerici, aydınlanmacı, demokrat, laik, halkçı, cumhuriyetçi, solcu, sosyalist kesimler dışında kendi “demokratik ittifak anlayışını” hayata geçirebileceği başka bir kaynak yoktur.
Kuşkusuz Türkiye ölçeğinden söz ediyoruz.
Ölçek, örneğin Suriye’yi ve Irak’ı, daha ötede Orta Doğu’yu da içine alacak şekilde büyütülüyorsa, o ölçekteki “demokratik ittifak anlayışının” muhatapları da Türkiye’dekine benzer kesimler olacaktır.
Ya da başka kesimler vardır da biz bilmiyoruzdur.
Biz böyle düşünüyoruz; ama sanırız konu önümüzdeki dönemde epey tartışılacaktır.