Türkiye gerçekten “nefesini tuttu”, oraya “kilitlendi”: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı işi ne olacak, nasıl sonuçlanacak?
Üzerinde durulan iki temel olasılık var. İlki, rejimin bir süre ayak diredikten sonra “tamam” deyip İmamoğlu’nun kazandığını kabul etmesi, YSK’nın da mazbatayı verip bu işe noktayı koyması. Diğeri ise seçimlerin yenilenmesi (2 Haziran?).
Ancak, bu iki olasılığın her birinin kendi alt olasılıkları da var. Örneğin, İmamoğlu görevine başladıktan sonra devreye gireceği belli olan “oynatmama” müdahalelerinin nereye kadar gidebileceği gibi… İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararında ise, bu karara çeşitli yollara başvurarak direnmekten “İmamoğlu bu kez daha büyük farkla alır” güvenine kadar uzanan çeşitli olasılıklardan söz etmek mümkün.
Bu arada, işin dönüp dolaşıp yeni “hodri meydan” naralarına ve davetlerine (genel seçimlere gidilsin) yol açması bile büsbütün olasılık dışı sayılamaz…
“Peki, sen ne diyorsun?” diye sorulacak olursa, ne yazık ki bu soruya verilecek kesin bir yanıtımız yok. Kimsenin olduğunu da sanmıyoruz. Gene de kendi görüşümüz daha ağırlıklı olarak İmamoğlu’na mazbatasının verileceği yönündedir.
Okur kusura bakmasın, ama böyle bir konu bile yola çıkılacak bir “teorik arka plan” ya da “teorik tartışma” gerektiriyor.
***
Burjuvazi tarih sahnesine çıkıp toplumlarda egemenliğini kurduğu dönemlerden bu yana hâkim sınıf ile yönetici sınıf arasında belirli bir ayrım olagelmiştir. Bu ayrıma değinen bir yazar, tarihsel perspektiften bakarak burjuvaziyi soylulukla birlikte hâkim sınıf olarak tanımlar. Yönetici sınıf ise siyasi iktidarı kullanan sınıftır ve bu sınıfın sermayedarlardan oluşması gibi bir zorunluluk da yoktur (Jacques Pauwels, Büyük Sınıf Savaşı 1914-1918, Çeviren: Çağdaş Sümer, Yordam Kitap 2019, s.35).
Buradan devam edelim.
Hâkim sınıf, çeşitli sektörleriyle birlikte burjuvaziden oluşur. Yönetici sınıf ise siyasal iktidarın sahibi oluşumlarla birlikte iktidara muhalif, ama düzen içi siyasal yapılanmalarla, devlet ve onun asli kurumlarıyla tanımlanabilir.
Burada bir parantez açıp hemen güncele dönelim: İmamoğlu’na mazbatasının verilmesi, hâkim sınıf ile yönetici sınıf arasında her zaman var olan açının 2019 yılının Nisan ayında bir ölçüde daralmış olmasını gerektirir… Şöyle de ifade edebiliriz: Eğer Türkiye’de burjuvazi olarak tanımlanan bir hâkim sınıf varsa, bu sınıf, seçilmiş bir belediye başkanının ayağının bir şekilde kaydırılmasını kendisi ile yönetici sınıf arasındaki açıyı fazlaca ve tehlikeli biçimde açan bir tasarruf olarak değerlendirecek, bunu istemeyecektir.
Üstüne üstlük bir de ekonomik kriz gündemdeyse, sermaye sınıfı bu krizin (kendi adına) asgari zararla atlatılması için yönetici sınıfla olan mesafeyi daraltmak isteyecektir. “Milli birlik ve beraberlik” temasına yüklenecek, İmamoğlu’na mazbatasının verilmesini de bunun önünü açan bir “olgunluk” olarak görecek ve gösterecektir.
İmamoğlu’nun ayağının kaydırılmasının uluslararası sermaye çevrelerinde yaratacağı olumsuz etki de bir başka endişe kaynağı olarak kenara not edilebilir…
***
Kendi tahminimizden söz ettik ve gerekçelerini kısaca anlatmaya çalıştık.
Ancak, kesin konuşamadığımız da ortada.
Sermaye sınıfı (hâkim sınıf) siyaset alanının süreçlerini ve aktörlerini doğrudan bire bir kendisi belirlemez. Siyaset alanının ve yönetici sınıfın kendi “görece özerk” dinamikleri vardır. Başka ülkeler ayrı, ama AKP Türkiye’sinde siyasal iktidarın/rejimin bu özerk alanı tepe tepe kullanmakta olduğu, hatta bu alanda yaptıklarıyla düzen muhalefetini de belirli ölçülerde kendine yaklaştırdığı ortadadır.
Hâkim sınıf açısından buraya kadar sorun yoktur.
Ancak, nüfusça en büyük 10 ilden 6’sında yönetimi yitirmiş bir rejimin bir de bu illerden en büyüğünde tüm sınırları kör gözüm parmağına zorlayan işlere kalkışması “Ben açıyı daha da açıyorum” şeklinde yorumlanacak ve pek hoş karşılanmayacaktır.
Yaparlar mı, her şeye rağmen gene de yapabilirler.
Ama bunun sonucunda hâkim sınıftan bir not alacaklardır ve “o sınıf açısından” sonun başlangıcı da bu notla birlikte gündeme gelecektir.