31 Mart seçimleri üzerine yapılan değerlendirmelerin belirli bir olgunluğa ulaşması, kuşkusuz, biraz daha zaman gerektiriyor. Her şeyden önce, 31 Mart seçimlerinin yalnızca oy verme aşaması bitmiş durumda; ancak itirazlar ve yeniden sayımlarla bakıldığında seçim aslında devam ediyor. Mevcut tablonun tam tersine dönmesi çok mümkün görünmese de sonuçların açıklanmasına kadar geçecek sürede hem Saray iktidarının hamlelerine ve hazırlıklarına hem de muhalefetin stratejisine dair veriler saçılıyor ortalığa.
Daha önemlisi ise, 31 Mart’ta ortaya çıkan tablo, başını AKP’nin çektiği Saray iktidarının sadece çok önemli büyükşehirleri ve belediyeleri kaybetmesinden ibaret değil. Rant paylaşımından toplumsal iklime kadar iktidar kimyasını ilgilendiren ve hatta tehdit eden çok boyutlu bir süreç başladı diyebiliriz.
Nasıl sonuçlanır bu süreç peki?
Tahmin veya öngörü düzeyinde olmak kaydıyla birkaç önemli noktayı işaret edebiliriz herhalde.
Sandıktan çıkan sonuçlar, AKP-MHP blokunun ülke çapındaki desteğinin yüzde 51-52 civarında tutunduğunu gösteriyor. Ancak bu oranın aynı kalması, nüfus artışı ve seçime katılım oranları da göz önünde tutularak yapılacak hesaplamada, AKP-MHP blokunun oy sayısını koruduğu anlamına gelmek zorunda değil. Nitekim, oy oranı aynı değerlerde çıkmasına rağmen, oy sayısında ciddi bir düşüş kaydedildiğini belirten değerlendirmeler var. Elbette, büyük belediyelerin kaybı gibi, ciddi sayıda oy kaybı da Saray iktidarının gücünü tükettiği anlamına gelmiyor. Böyle bir kanaat, sadece yanlış olmakla kalmaz, aynı zamanda Saray iktidarının gücünü ve yapabileceklerini hafife almak gibi affedilmez bir hataya da kapı aralar.
Bununla birlikte, AKP-MHP blokunun bir süredir yaşadığı sürtünmenin 31 Mart seçimleri uğrağından geçerek ve bu virajda hız kazanarak sürmesi şaşırtıcı olmaz. Ancak bu sürecin çok denklemli bir dengelenme suretiyle ilerleyeceği de neredeyse kesin gibidir. Daha açık bir deyişle, önümüzdeki süreçte Saray iktidarının hızlı ve ani çöküşünden ziyade, hem AKP-MHP arasındaki ilişkilerde, hem sermaye-devlet arasındaki ilişkilerde hem de çeşitli düzen aygıtları ile Saray arası ilişkilerde yeni dengelerin, statülerin, uzlaşıların ve çatışmaların, tavizlerin ve ittifakların belirip kaybolacağı bir süreç beklemek en doğrusu. Kemal Can’ın “yavaş ölüm”, Metin Çulhaoğlu’nun da “genel iniş eğrisi” olarak tarif ettiği bir süreç.
Sürecin bu biçimde ilerlemesi, eşyanın doğasından kaynaklanmıyor elbette. Bu seyir, sermaye ve düzen güçlerinin kontrol-tedbir arzusuna uygun düşüyor zaten. Denkleme emekçi halkın mücadelesi ve örgütlülüğü girmediği sürece, genel iniş eğrisinin hızlanması da pek mümkün görünmüyor açıkçası. Tam da bu nedenle, birçok büyükşehrin ve belediyenin kazanılmasına rağmen, mücadelenin kızışacağı ve tayin edici hale geleceği evre bundan sonra açılıyor.
AKP-MHP blokunu durdurmak ve onları bir yerel seçim yenilgisine uğratmak, öyle ya da böyle, başarıldı. Ancak mesele, AKP ve tüm suç ortaklarını, Saray Rejimi’nin tüm tahribatını silip süpürecek bir devrimci atılımın hayata geçirilmesi.
Emekçilerin örgütlü ve birleşik mücadelesi dışında, böylesi bir atılımı sırtlanacak, Saray Rejimi’ni yıkacak herhangi bir strateji ve taktik söz konusu değil.
Kuvvetlerin yığılması gereken yer burası işte.
Seçimlerde kurulan ittifakların bileşimi ve seçilen muhalefet adaylarının kimliği ne olursa olsun, sandıktan çıkan ve Saray’a yenilgi yaşatan enerji en genel anlamıyla soldur. CHP’nin ve HDP’nin tabanındaki sol birikimin oy sayısı anlamında seçimi kazandırabileceği değil söylemeye çalıştığım. Ancak kitle ruhunu teşkil eden, Saray karşısında büyüyen dalgaya rengini veren şey, CHP yönetiminin tersi yöndeki çabalarına rağmen, solun değerleri ve talepleridir.
Ancak bu saptama, birkaç sorunla birlikte düşünülmeli.
Birincisi, bu sol enerji dağınık ve girift durumdadır. Düzenin tahkimine yedeklenmesini veya bir teslimiyete kurban edilmesini önleyecek içsel frenlerden yoksundur.
İkincisi, sol olmasına soldur, ancak solun sermayesi, devleti, uluslararası destekçileri vb. yoktur. Sol olmak zaten böyle bir şey; solun alameti farikası örgütlü halk gücünden başkası değil.
Böyle bakıldığında, 31 Mart seçimlerinden çıkan sonucun Saray Rejimi’nin kesin yıkımına evriltilmesi için yapılması gerekenler de kendiliğinden açığa çıkıyor.
Mevcut enerjiyi tutarlı ve bütünlüklü bir programa dönüştürecek siyasal kulvarın inşası ve emekçi halkın birleşik mücadelesini sırtlanacak örgütlülük biçimlerinin yaratılması.
Hele de şimdiye kadar çeşitli manipülasyonlarla zincirlenmiş gibi duran ekonomik krizin çok hızlı biçimde patlak vereceği bir döneme girmiş olduğumuz gerçeği biliniyorken, yukarıda işaret ettiğimiz görevlerin ivediliği tartışma götürmez duruma geliyor.
Bu yöndeki çabaların sınanacağı ilk uğrağa ise çok az zaman kaldı: 1 Mayıs 2019.
Bu 1 Mayıs, 31 Mart’ta ağır bir yenilgi yaşamış olan Saray iktidarının yıkımına giden sürecin seyrini de belirleyebilecek öneme sahip.
Bu 1 Mayıs, 31 Mart’ta sandıktan çıkan sol enerjinin, bir siyasal programa ve örgütlü güce kavuşması için muazzam bir fırsata sahip.
Ezcümle, bu 1 Mayıs, Saray Rejimi’nin iniş eğrisini bir mutlak çöküşe çevirecek dönemin ilk adımı olmaya talip.