TİP'in Portreleri

Fatma Gül Eryıldız Şenvardar
TİP İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı
Şehir plancısı/Araştırmacı

Fatma ile bir açıdan çok benzer hayat hikayelerinden geliyoruz. İkimiz de otuzlarında, bir kuşak geriden Yozgatlı, memur ailelerden gelen ve akademisyen olmak isteyen iki kadınız. Hatta sohbetimiz Yozgatlılığın günümüzde alay etmenin kabul edilebilir olduğu tek sosyal grup olmasından şakacıktan yakınarak başlıyor. Ama ayrıştığımız çok önemli bir nokta var, zira Fatma Barış imzacısı ve hayatının son altı senesi bu gerçeklik üzerinden şekillenmiş.

İmzacı olduğu için doktora esnasında ders süreci bitmediği halde ÖYP ile görevlendirildiği Niğde’ye çağrılmış mesela, ama ne hikmetse ne sekreterliğe verdiği dilekçeler işleme konuyormuş, ne de kimlik kartı çıkıyormuş: “Maksat beni her gün güvenlikle muhatap etmek, yıpratmak.”

Karşımda yıpranmış görünen birisi yok ama, ışıl ışıl cıvıl cıvıl bir kadın var. KHK davası sürüyormuş, mahkeme lehine sonuçlanırsa (sonuçlanırsa değil, sonuçlanınca diyelim) akademiye dönmek isteyip istemediğini soruyorum.  O imkanın elinden alınmış olmasının kendisi için nasıl bir üzüntü kaynağı olduğunu anlatıyor. “Bunlar başıma gelmeseydi şimdiye doktoram bitmiş olurdu, makale yazmış olurdum” diyor. Ama en büyük ukdesi çıkıp öğrenciye ders anlatmak; kendi planladığı, belki son dönem iklim hareketleriyle emek hareketlerinin kesişim noktalarını vurgulayan bir ders çizelgesi izlemek. “Böyle onun teatral bir yanı da var ya” diyor, en çok ona özlem duyduğu belli. Nevzat Kaya’yı çok beğeniyormuş mesela, o da bilgiyle espriyi çok güzel harmanlayarak dinleyicisini avucuna almayı biliyormuş. Hızması, küpeleri, yüzükleri ve dövmeleri, etkileyici ses tonu ve diksiyonuyla Fatma’yı karizmatik bir hoca olarak kürsüde hayal etmesi çok kolay.

 

Ama akademisyenlik yapmak yerine “son altı senede altı kere iş değiştirdim” diyor Fatma. Taşerona iş yapmış mesela. Şantiyede kadınlar için bir tuvalet olmadığından bir kilometre yol yürümüş caminin tuvaletini kullanmak için. Yüklenici firma servis ayarlamadığından dağ başındaki şantiyede işe “otostop çekerek gel” diye akıl almış. “Yerin on kat altında, telsiz sistemi olmadan çalıştırılan işçinin başına bir şey gelirse ne yapacağım” diye sorup “hızlı koşan birini yukarı yollayacaksın” diye yanıtlanmış.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde girdiği işten de Süleyman Soylu’nun “terörle iltisaklı kişiler İBB’de işe alınmış” açıklamasından sonra çıkarılmış. Benzer durumdaki çalışma arkadaşlarıyla 70 gün eylem yapmışlar. “Bir eylemin destekçisi olmakla öznesi olmak çok farklıymış. Yani başkasının eylemine destek verirken iki saat basın açıklamasına gidiyorsun, bitiyor. Ama 70 gün sabah akşam bu eylemle yatıp kalktık. Çok yıpratıcıydı. Yine de iyi ki yapmışız. Orada politik bir durum söz konusuydu; bu işler böyledir, bir kişiyi gözden çıkardın mı herkesi çıkarırsın. Susmamak bana çok iyi geldi” diyor. Konuşma boyunca yüzü, gözleri hep gülüyor Fatma’nın. Sohbetimiz sıklıkla kahkahalarla bölünüyor. Bir tek bu belediye sürecini anlatırken gözleri doğrudan karşıya değil de sağa sola bakıyor, “hâlâ çok öfkeliyim” diyor.

Daha havadan sudan sohbet ettiğimiz bir anda klonlanmak ya da çok uzun yaşamak istemediğini söylüyor. Neden diye soruyorum. “Daha kötü günler görmekten çekiniyorum” diyor. Deminden beri karşımda gördüğüm enerjik, umutlu, güçlü kadından beklemediğim bir laf. Zira Fatma bana en çok sonsuz bir beceriklilik ve her şarttan bir imkan yaratabilme kabiliyeti hissi veriyor. Bir kriz anında “siz küreklere geçin, siz depoya inin, çocuklar ve yaşlılar şuraya” diye duruma müdahale edebilecek, nerede ne yapılması gerektiği her koşulda bilecek bir insan izlenimi yaratıyor. Ama o becerinin ve neşenin, zorluklar karşısında kendisini özne olarak kurmaya baş koymuş bir kadının bilinçli gayretinin bir ürünü olduğu aşikar. Yoksa laf arasında ihraç sürecinin ilk senesinde 12 kilo aldığını, geceleri uyuyamadığını, durup dururken ağlamaya başladığını da söylüyor. Ama konuşmanın her anında Fatma’dan bana geçen esas duygu “mağdur değil mağrur” olmaya azmetmiş bir kadının iradesi. Kendi yükünü kendi taşımaya kararlı bir insan. Anlattıkları karşısında benim gözlerim dolunca o beni teselliye soyunuyor zaten hemen. Sorduğum sorulara verdiği yanıtlar “senin de başını şişirdim kusura bakma”larla kesiliyor. Kendi KHK hikayesi de zaten hep “150 bin ihraç edilen insan var, bunların içinde intihar eden, iş kazasında ölen, şu an evine kömür alamayan var” diye çerçevelenerek anlatılıyor.

19 yaşından beri örgütlü Fatma. TİP’in de ilk imzacılarından. Sosyalizmi temel olarak bir haysiyet ve eşitlik meselesi olarak gördüğünü söylüyor. İnsanın onurlu bir yaşam sürebilmesinin de büyük ölçüde maddi koşullarına bağlı olduğunu ifade ediyor. Eşitliğe verdiği önemin sözde kalmadığı çok açık. Biz bu sohbeti yapacağız diye gidip kitaplarımı alıp okumaya başlamış mesela, halbuki ne gerek var. Ama o da bir çeşit özen, bir emek terbiyesi, karşındakiyle eşitlik üzerinden bir ilişki kurma etiği. İBB süreci devam ederken telefonla işten çıkarılan çalışma arkadaşları olmuş mesela. “Bizim gibileri iknaya çalışıyorlar, dayanaksız gördüklerini pat diye telefonla işten çıkarıyorlar, bu çok büyük bir eşitsizlik” diye anlatıyor bu durumu.

Yaklaşan seçimlerde TİP İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı aynı zamanda. “Milletvekili seçilirsen gündeminde ilk olarak ne var” diye soruyorum. Hiç düşünmeden “deprem bölgesi” diye yanıtlıyor. “Orada çok büyük bir yıkım var, hâlâ temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar var. Ama çok güzel bir enerji ve potansiyel de var. Artık eski şehirleri geri döndürmek, kayıpları geri getirmek elbette mümkün değil. Ama zihniyet değişirse, her şey değişir. Yeniden katılımcı, eşitlikçi, halkçı kentler kurmak olası” diyor.

Deprem bölgesine gitmiş zaten, konteyner kent kurulmasına yardımcı olmuş. “TV’den seyredip üzülmek yerine bir işe yaramak da bana çok iyi geldi” diyor. Ama sık sık ölümü düşünürken buluyormuş kendini. “Six Feet Under dizisini filan izliyorum” diyor. Sıyırıp kolunu dövmesini gösteriyor bana, kuru dalları, çiçeğe durmuş, yeşermiş, sararmış yapraklarıyla dört mevsimi aynı anda yaşayan bir ağaç. “Bu ağacın altında bir tabut da var,” diyor “yaşamla ölüm bir arada, yaşamda da her şey geçici. İyi olan şeyler de geçici, kötü olan şeyler de geçici.”

Ama Fatma için sosyalizm ve onun mümkün kılacağı yeni insan için uğraşma gayreti elbet baki. Seçimlerden sonrası için hayallerini soruyorum. “Sokaklarda dans ederek kutlamak istiyorum” diyor, “bir de sürekli fiyat konuşmayalım. Elimize bir çakmak alıp bu geçen ay şu kadardı, bu ay fiyatı bu kadar olmuş demeyi bırakalım.” Gülüp dövmesine dönüyor tekrar, “Ama bunu da iyi ki yaptırmışım, şimdi olsa yaptıramazdım.” Ben de gülüyorum.

“Şaka bir yana” diye ekliyor en son, “ülke gündeminin durmadan bir tek kendini dayatmadığı, edebiyattan felsefeden de konuşabileceğimiz günler gelsin istiyorum.”

Yazar: Sezen Ünlüönen
Çizer: Zeynep Özatalay