Akşam geç bir saatte sanal ortamda buluşuyoruz, onu ilk kez görüyorum, karşımda güler yüzlü, güzel bakışlı genç bir kadın var. Ankara’yı sevdiğini, orada doğup büyüdüğünü söylüyor. Peki hiç uzaklara gitmek istememiş mi? Hayır. Mezun olduktan sonra birkaç yıl yurt dışını planlarına eklediyse de, son sınıfta babasını kaybedince, hemen iş hayatına atılmış. Eğlenceli bir çocukluk geçirmiş. Hayvanlarla ilişkisini merak ediyorum. Henüz ilkokul yaşlarındayken yan binanın görevlisi kucağında beyaz yavru bir Ankara kedisini gösterip ‘ister misin,’ diyor. Kartopu bu, ilk kedisi. O yıllar (Tuğba Gürsoy 1983 doğumlu) toplum olarak kedi bakımıyla ilgili bilgilerimiz kısıtlı. Çoğumuzun ilişkisi kapı önünde öğrendiğimiz kadar. Bir gün Kartopu balkondan düşüyor. Ameliyat vs. Sonra veteriner hekim “bu olay tekrarlayabilir, yüksek katta oturuyorsunuz ona başka yuva bulalım,” diye ikna ediyor. Cins kedi. Hayvanların parayla alınıp satıldığı dönemler. Maalesef sonradan veterinerin sattığını duyuyorlar. Bu travmatik sondan sonra liseye geldiğinde altı ay kuzeninin köpeğine geçici bakar, derken hayatına yavru golden girer, Pulse. Yıl 2007. Pulse onun için çok kıymetli. Hem babasının ani kaybından hemen sonra çekirdek ailenin hayatına girdiği için hem de adından dolayı. Çünkü P.U.L.S.E adını Pink Floyd’un 1994’te İngiltere’de verdiği konserden alıyor. Şehrin ışıklarının söndürülerek Dünya’nın kaynaklarının sınırlılığına dikkat çeken, iklim krizi geliyor, enerji kaynaklarını düzgün kullanalım diyen bir konserden. Yakın bir tarihte, 2022 Aralık’ta kaybetmişler Pulse’ı. Çocukken sizi hayvanat bahçesine götürmüşler miydi, diye soruyorum. Elbette. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki zürafaları hatırlıyor en çok. Açık alanları. Oraya ait travmatik bir fotoğraf yok zihninde. Asıl tetikleyici olay ortaokuldayken şehirler arası otobüsün bir köpeğe çarpması. Köpeğin gözleri, şoförün yoksa kaza yapardık, diyerek savunmaya geçişi onu yaralamış. Bugün Ankara Barosu Hayvan Hakları Merkezi’nde, Doğa ve Hayvan Hakları Derneği’nde ve şimdi de TİP’te mücadelesini sürdüren birisi o.
Yakın zamana kadar siyasi bir örgüte katılmayı düşünmemiş. Fakat siyasi örgüt içinde mücadele vermenin çok daha etkin bir platform olduğunu fark edince diğer her şeyin önüne geçmiş bu karar. Hele vekil olarak sorumluluk almak onu çok daha etkili kılacak kuşkusuz. Çünkü işler çok zor yürüyor. Şikâyetçi. “Çok fazla zamanım belediye başkanından, kaymakamdan randevu almaya çalışarak, valiye laf anlatmaya, yetkiyi elinde bulundurduğunu iddia eden kişilere kanunu anlatmakla geçiyor. Yerel yönetimlerden her kademedeki insanla çok fazla görüşme yapıyoruz ama bu görüşmelerin hiçbiri bir yere varamıyor maalesef. On dakika randevu veriliyor, beş dakika çay ikramıyla geçiyor, kalan zamanda ne kadar güzel işler yaptıklarını anlatıp bizi dinlemiyorlar bile, yani orada siz avukatsınız ya da başka bir şeysiniz hiçbirinin önemi yok, işbirliğine açık değiller. Mesela Tarım Orman Bakanlığı’nın bir yetkilisine “yasa çıktı, yönetmelik hazırlamanız gerekiyor, işbirliği yapalım,” dedik. Sahayı da biliyoruz, hukuku da, yasaya göre 6 ay içinde yönetmelik hazırlamak gerekli. ‘Ablacım ben sizinle işbirliği mi yapacağım,’ dedi. Tavırlar bu şekilde. O yüzden de partili olmak çok güzel. Vekil de olursam çok daha etkili olur. “
Vekil olduğunda meclise taşımak istediği konulardan biri de, yas izni. Evdeki hayvanın ölümü sonrasında birinci derece akrabalarımızı kaybettiğimizde verilen yasal izinlerin verilmesi gerekliliği.
Bu aralar oldukça yoğun. Hareketli bir yapısı olduğu izlenimine kapılıyorum. Pandemide bile barınaklara yemek götürmüş, dört, beş köpeği arabasına doldurup kısırlaştırmaya taşımış. Evi de sevdiğini söylüyor, ama en fazla bir gün, yoksa sıkılıyor.
Vegan. Nasıl karar verdiğini merak ediyorum. Öncesinde sıkı bir etoburmuş. Pulse’dan sonra hayvanların da birey olduğunu görmüş. Algısı değişince sokaktakilerin de gözlerinin aktığını, hastalıklarını fark etmiş. İlgisi arttıkça ilişkisi de artmış. Derken onu çarpan aklına nakşolan bir sahneyi anlatıyor. Besici müvekkillerinden birinde bir kamyon dolusu inek indirilirken, öbür kapıdan etler çıkar ve arada park halinde beyaz bir Porsche vardır. Kadraja giren gerçeklikten hayvanların kapitalist düzendeki metalar olduğunu idrak eder. “Canlılar, et oluyorlar ve paraya dönüşüyorlar,” Ertesi gün bir başka besicide hayvanların küçücük alanlarda büyütüldüğünü görür. “İnsan olarak bencilleşebiliyoruz. Damak tadımız, bize öğretilen kodlar ve algımız sebebiyle bunun bir zorunluluk olduğu veya başka türlüsünü yapamayacağımız yönünde kendimizi kandırıyoruz. Hayvanlar yiyecek değil,” der. Böylece bıçakla keser gibi on üç on dört yıl önce eti hayatından çıkarır. Bu süreçte uzunca bir süre peynirden ve yumurtadan vazgeçemeyeceğini sanmış. Yaklaşık son bir yıldır da tamamen vegan olmuş ve et için düşündüklerinin tüm sömürü biçimleri için geçerli olduğunu fark etmiş. Peki mecliste? Vegan olduğu için bütün dünya da vegan olacak diye bir çabası yok, böyle bir gerçeklik de yok. “Bu bütün ekonomik düzenlerin değişmesi demek,” diyor. “Ki çok zor. Bireysel çözülecek sorunlar değil. Vegan olmak kişinin kendi iç huzuru. Ancak büyük kalabalıklarla veya politik düzenlemelerle işe yarayabilir. Bu nedenle politik düzenlemeler getirebilecek, hayvanların hissedebilen varlıklar olduğunu öğretecek alanlara ağırlık verecek. “Hayvanın tanımı değişmeli, birey olarak kabul edilmeli. Bu değişince her şey çorap söküğü gibi gelir,” diyor. Ayrıca üniversite öğrencileri vegan yemek hakkı için mücadeleyle uğraşacağına gençler düşünsün, sosyalleşsin, bu sorunları meclis halletsin,” diyor.
Doğanın hakları ile hayvan hakları paralel ilerlediği için evde atık konusuna da dikkat ediyor. “Ekoloji mücadelesi ve iklim kriziyle de bireysel değil toplu olarak mücadele edersek gezegenin ömrü biraz uzar,” diyor. Mecliste atıklarla ilgili çalışmaları da gündeme taşıyacak. Mesela Çankaya’da atık ayrıştırılan bir sistem olmasa da o kendi sistemini kurmuş. Evdeki atıklarını ayrı yerlerde biriktiriyor, sokaktan geçen bir kâğıtçının telefon numarasını almış, onu arayıp veriyor. Gezegen için yapılacak iş çok. Pandemi zamanında piknik alanlarının çöpsüz ve havanın tertemiz olduğuna dikkat çekiyor. “Basit dokunuşlarla büyük şeyler yapılabilir,” diyor.
Tuğba Gürsoy’un bas gitar çaldığını, grubuyla sahneye çıktığını da söylemeliyim. Grup üyeleri farklı şehirlere dağılsa da hâlâ ara sıra performansları oluyor. Peki nasıl başlamış? Kuzenlerinin kasetlerinden Pink Floyd’la, blues rockla tanışır. Ortaokulda ailesinin aldığı klasik gitarla başlar. Fakat bir şeyler eksiktir. Sonra rock ve metal sevdiğini, bas gitarı daha çok dinlediğini fark eder ve seçimini yapar. Klasik rock seviyor. Baş ucunda 70’lerin progresif rock müziği var. Led Zeppelin, Pink Floyd, King Crimson ve o dönemin bütün şahane çocukları.
Gençlerle birlikte olmayı seviyor. Kararlılıkları ve taleplerini, düşüncelerini özgürce söyleyebilmeleri, korkmamaları, çekinmemeleri, hayır diyebilmeleri, bakış açılarının farklılığı onu etkiliyor.
Peki gelecekten ümitli mi? TİP’ten sonra daha fazla. Tanıştığı her insan onu umutlandırıyor, heyecanlandırıyor. Orada görmediği bir mücadeleyi görmüş. Siyaset, particilik hep başkalarının yaptığı, ulaşılmaz bir şeymiş öncesinde. Hayvan ve ekoloji dışında Ankara Barosu’nun Gelincik Merkezi’nde kadın hakları için de çalışıyor. Kadın hakları konusunda konuşacak kişi sayısı hayvan haklarına göre daha çok olduğu için ağırlığı hayvan haklarına verecek bundan sonra da.
Mecliste uğraşacak o kadar çok konu var ki neye öncelik vereceğini merak ediyorum. Bir hayali var. On beş on altı yıldır boyatmadığı saçlarını gökkuşağının bütün renklerine boyatıp ilk toplantıya öyle gidecek. Ne kadar şahane, değil mi.
Yazar: Özlem Akıncı
Çizer: Zeynep Özatalay