İşin alfabesinden başlamak zorundayız:
Bir Marksist için sınıflar mücadelesi, her tür gelişimin temeli ve hareket ettirici gücüdür.
Ancak, bu mücadele kendini iki temel sınıfın yalınkat karşılaşması biçiminde ortaya koymaz. Üzerinde, gene mücadeleye sahne olan çeşitli alanlar yükselir: (Bir toplumda) ne varsa hepsini kapsayan çatışmalar, çeşitli sınıfların çatışmaları, çelişkili bilinç durumları, fikirlerin çarpışması ve siyasal mücadeleler (kavramlar için bkz. “Alman İdeolojisi”, Marx-Engels, Toplu Eserler, c.5, s.74).
Sınıfların mücadelesi, süreç içerisinde farklılaşmak üzere toplumdaki belirli saflaşmaları ve ayrışmaları beraberinde getirir. Bu saflaşmalar ve ayrışmalar her durumda nesnellik taşır ve bir bileşke olarak ortaya çıkar.
Başka bir deyişle, buraya kadar işin içinde “proje” falan yoktur.
Elbette insanlık tarihini birbirini izleyen projeler tarihi olarak görmeyeceksek.
O zaman bir de proje tanımı yapalım ve öyle devam edelim: “Belirli bir amaca belirli bir zaman süresi içinde ulaşmak üzere bireysel ya da kolektif olarak titiz biçimde hazırlanmış plan…”
Soru şu: Sınıf mücadelelerinin belirli bir uğrakta ortaya çıkardığı saflaşmalar üzerinden siyasal projeler geliştirilemez mi?
Sorunun yanıtı, iki koşulla “evet geliştirilebilir” olmalıdır: i) proje, saflaşmaları kendisi yaratmaz, var olanların üzerinden yürür; ii) sınıflar mücadelesinin her uğrağının ardından ille de bir projenin gelmesi gerekmez.
Şimdi konuyu daha geniş bir açıdan ele almaya çalışalım.
***
Birinci önerme: Sermaye sınıfı, tüm kesim ve katmanlarıyla birlikte kendi egemenliğini topyekûn bir tehdit atında görmediği sürece “kendinde sınıf” durumundadır. Anlamı şudur: Sermaye sınıfının iktidarları ve/ya da siyasal temsilcileri, farklı kesimleriyle “kendinde sınıfın” ortalama duyarlılıklarını ve kırmızı çizgilerini gözettikten sonra elini rahat hisseder; emekçi sınıfları da peşine takmak üzere farklı projeler geliştirebilir.
İkinci önerme: 20. yüzyıl kapitalizminin baş düşman saydığı tarihler 1917 yılı ve 1945-1991 dönemiydi. Yaşadığımız 21. yüzyılda ise sermaye sınıfı içindeki belirli kesimler baş düşman olarak 1917’nin gerilerine gitmiş, 1789’la birlikte 1848-1850 dönemini de hedef seçmiştir. Anlamı şudur: Sermaye sınıfının ve siyasal iktidarlarının/temsilcilerinin geliştirdikleri projeler arasında klasik burjuva demokrasisinin reddini öngörenler olduğu gibi bu demokrasiyi en makul yönetme tarzı saymaya devam edenler de vardır.
Bu iki önermeden kalkarak ulaşacağımız sonuç ise şöyle:
Bugün Türkiye dâhil dünyanın herhangi bir ülkesinde, uluslararası kapitalist merkezlerden sermaye sınıfına ve sınıfın siyasal iktidarına kadar uzanan genişçe bir kesimin üzerinde kesin mutabakata vardığı, özel olarak sınıf hareketinin ve sosyalizmin önünü kesmeye odaklanan herhangi bir “projeden” söz etmek mümkün değildir.
Karşı tehdit “ihmal edilebilir” görüldüğü, sermaye sınıfı “kendinde sınıf” olma durumunu sürdürdüğü ve klasik burjuva demokrasisini aşındırıcı gelişmeler gündemde olduğu için mümkün değildir.
***
Bu söylenenlerin Türkiye’deki güncel durum açısından uzantıları açık olsa gerek.
Son İstanbul seçiminde AKP adayını ağır bir yenilgiye uğratan birikimin bir “proje mahsulü” olarak görülmesi doğru olmayacağı gibi pek “sağlıklı” da değildir. Bu birikimde sermaye sınıfının belirli kesimlerinin desteği dışında örneğin Gezi’nin kalıntıları ve uzantıları hiç mi yoktur?
Hep söylüyoruz: Ne kadar yıllanmış, eskimiş, tükenmiş vb. olsa da (daha doğrusu bu nedenle) sermaye egemenlikleri “burjuva demokrat” ya da “liberal demokrat” denebilecek tepkileri ve talepleri yeniden ve yeniden üretmektedir.
Böyle gideceği de kesindir.
Son olarak: Daha önce değindiğimiz gibi, İstanbul seçim sonuçları üzerine “proje” geliştirilmesi elbette mümkündür. Ama asıl olan “projelerin çatışması” değil sınıfların mücadelesiyse, geliştirilecek projenin karşı tarafı teslim olup sahneden çekilmeye zorlayacak kadar geniş bir mutabakatın sonucu olduğunu düşünmek de ciddi bir yanlış olacaktır.
“La lucha continua!” (mücadele devam ediyor)
Bu slogan, sosyalistlerin, proje mroje demeden AKP’yi yenilgiye uğratan birikime yönelmeleri gerektiği şeklinde okunmalıdır.