Bugün Türkiye’de mevcut rejimi tanımlarken “faşizm” kavramını kullanmada belirli bir çekiniklik görülüyor. Sosyalist kesimdeki çekinikliği kastediyoruz. “Faşizan uygulamalar” gibi terimler kullanılsa bile “faşizm” denmiyor, denemiyor.
Bu çekinikliğin birtakım haklı nedenleri vardır.
Gerçekten de başka her şey bir yana ülkede şöyle ya da böyle ha bire seçim yapılması, meclisteki bileşim, komünisti dâhil muhalif partilerin ve yayınların varlığı ve başka pek çok olgu “faşizm” kavramına başvurulmasını güçleştirmektedir.
Önerimiz, tartışmanın daha farklı bir bakış açısıyla, başka bir düzlemde sürdürülmesidir. Şunu kastediyoruz: Verili duruma ilişkin ad koyucu “statik” bir değerlendirme yerine süreçlere, eğilimlere ve yönelimlere bakalım; başka bir deyişle, belirli bir eğilim Türkiye’yi nereye doğru zorluyor, oraya odaklanalım.
Örneğin, Erdoğan’ın bir TÜSİAD sözcüsünün eleştirilerine karşı “hesabını sormasını bilirim” demesi ya da Bahçeli’nin “seçimle geldi diye kabul mü edeceğiz?” diye sorması neye işaret ediyor, bunu kestirmeye çalışalım.
***
Carl Schmitt Almanya’da Nazi döneminin ünlü siyaset teorisyeni ve hukukçusudur. Schmitt’e göre siyaset bir şey için ve bir şeye karşı değil, birileri için ve birilerine karşı mücadeledir. Ortada bir “dostlar” bir de “düşmanlar” vardır; siyaset de dostların düşmanlara karşı seferber oldukları doğrudan bir eylem, kitle eylemidir. Sonuçta siyaset “hem iç hem dış düşmanlara karşı sürekli savaş hali” anlamına gelir (bkz. Agnes Heller, “The Concept of the Political Revisited”, Political Theory Today içinde, Derleyen: David Held, Polity Press 1995, s. 332).
Şimdi, adını ne koyarsanız koyun, “faşizm” deyin ya da demeyin, rejimin Türkiye’de böyle bir “siyaset anlayışını” yerleştirmeye, Türkiye’yi bu noktaya doğru itmeye çalıştığı açıktır. Açık değil mi? Bir, zaman zaman dillendirilen ekonomik, toplumsal, kültürel vb. “hedeflere” (bir şey için) ve bunların ne kadar ciddiye alındığına bakın, bir de sonu bir türlü gelmeyen iç ve dış “düşmanlar” listesine (birilerine karşı) ve bu “düşman” tanımlarının toplumda yarattığı etkiye…
Kuşkusuz, Erdoğan’ın ya da beyin takımının Carl Schmitt okuyup özümsediğini ve ona göre hareket ettiğini söylemiyoruz; büyük olasılıkla adını bile duymamışlardır. Ne var ki sermaye sınıfı egemenliğindeki toplumlar ve siyaset, “teorisi” bilinsin bilinmesin belirli mecralarda yol alır; belki önceki teorilerin test edileceği, belki yenilerinin geliştirileceği deneyimleri davet eder.
Ve “kendi öznelerini” de yaratır…
Dahası var…
***
Faşizmle ilgili, “teorik düzleme” ait sayılabilecek iki noktanın altını çizelim.
Birincisi: Faşizm, 19. yüzyılın büyük ideolojileri arasında yer alan milliyetçiliğin (diğerleri muhafazakârlık, liberalizm ve sosyalizm) 20. yüzyılda gelişen bir versiyonu sayılabilir. Ancak faşizm, özellikle muhafazakârlığın, liberalizmin ve sosyalizmin sahip olduğu tarihsel ve düşünsel ön birikimden yoksundur. Kendisini önceleyen, “hazır”, doğrudan doğruya kendisine işaret eden bir teorik, felsefi ve ideolojik temele sahip değildir. Özellikle İtalyan faşizmi (ve önemli ölçüde Nazizm) hareket kökenli ve ağırlıklıdır. Böyle olunca “istim arkadan gelmekte”, ilgili “düşünsel çerçeve” ve üstyapı kurumları ağırlıklı olarak sonradan oluşmaktadır.
İkincisi: Muhafazakârlık, liberalizm ve sosyalizm gibi ideolojiler söz konusu olduğunda özele, belirli bir ülkeye atıfta bulunmadan da pek çok şey söylemek mümkündür. Ancak her faşizm mutlaka belirli bir ulusun ve/ya da ülkenin “yükselişine”, “tarihsel misyonuna” ve “istikbaline” özgü yanlara sahiptir. Bu nokta dikkate alınmadan, yani özgüllükler gözetilmeden yapılan faşizm tanımlamaları fazlasıyla “genel” kalmaya mahkûmdur. Örneğin “Finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü” tanımında olduğu gibi…
***
Toparlarsak:
Bugünkü rejime isteyen istediği teşhisi koysun; ancak “faşizm” söz konusu olduğunda Nazi Almanya’sını ve az önce alıntılanan Komintern tanımını (1935) esas alıp papatya falı açar gibi “şurası benziyor” “burası benzemiyor” demenin teorik, siyasal (ve akademik) anlamda fazla bir değeri olduğunu sanmıyoruz.
Faşizm, prototip ya da “kök örnek” referanslarının özellikle sakıncalı olabileceği bir alandır.
Anlatmaya çalıştığımız gibi, asıl odaklanılması gereken yer, yaşanan süreçlerde hangi öznelerin bu süreçleri nereye doğru taşımak istediği ve bunun bir karşılığı olup olmadığıdır.